10 Kasım 2007

12 Kasım 2007, Pazartesi, Açık Radyo'da TUNCER ÜNEY

Atatürk'ten sonra bu ülkenin güzel ve aydınlık insanları nedense hep Kasım ayında bizden ayrılıyorlar...

Internet ve Hukuk Platformu'nun Koordinatörü, Türkiye Bilişim Vakfı'nın Projeler Koordinatörü, Matematikçi ve bilişim dünyasının alçakgönüllü, fakat büyük emekçisi, Türkiye Bilişim Ansiklopedisi'nin baş editörlerinden Tuncer Üney de 2005 yılının 10 Kasım'ında elim bir trafik kazası sonucu aramızdan ayrılmış, 12 Kasım'da da İstanbul'da toprağa verilmişti...

Onun soylu duruşuna yakışır bir anma töreni düzenleyemedik bu yıl, ama yine de onun anısına bir gönderme yapmak istedik...

12 Kasım 2007, Pazartesi günü Açık Radyo'da yayınlanacak "Bilgi Çağının Hukuku" programını ona ayırdık.
Pazartesi sabahı 10.30'da yayına (FM 94.9) girecek programda, Tuncer Bey ile 2002 yılında ve yine bir Kasım günü Açık Radyo'da "e-devlet" konusunda yaptığımız bir röportajı (saygıdeğer ailesinin de izniyle) aynen yayınlayacağız.

Programı dinlerken (İstanbul dışındakiler http://www.acikradyo.com.tr/ üzerinden erişebilir, haftaya da çözülmüş metni buradan paylaşacağız sizlerle) Tuncer Bey'in bundan 5 yıl önce söylediklerinin çoğunun, bugün bile hala güncelliğini koruduğuna tanık olacaksınız... Örneğin sokak adlarının gelişigüzel değiştirilmesinin "bilgiyi öldürmekle eşdeğer" olduğunu belirtmiş. (Nüfus Kanunu vesilesiyle geçen yıldan bu yana yapılan kapı numarası değişikliklerini görseydi nasıl yorumlardı acaba?) Keza Tarihi Kentler Birliği ve Türkiye Bilişim Vakfı işbirliğiyle yapılması planlanan, TKB üyesi belediyelerin e-devlet hizmetlerini kolaylaştırma çalışmaları heyecanla anlatıyor... Hele "devlet" kavramımıza egemen ve değişmesi gerektiğinin altını çizdiği iki paradigmadan da sözetmiş ki bunlardan biri; "her bireyi potansiyel suçlu olarak görme ve düzenlemeleri buna göre tasarlama", şu son günlerdeki uygulamalarla hala "yüzdeyüz" örtüşüyor...
------------------------------------------------
Tuncer Üney ile 25 Kasım 2002'de yaptığım ve bu yıl 12 Kasım'da yine Açık Radyo'da aynen yayınlanan söyleşinin tam metni:



“İnternet ve Hukuk”
25 Kasım ’02 – Pazartesi 16.30 -17.00 -
Hazırlayan ve sunan: Avniye Tansuğ

Avniye Tansuğ: İyi haftalar Açık Radyo’nun sevgili dinleyicileri. İnternet ve Hukuk Programı’nda bugün, İnternet ve Hukuk Platformu Koordinatörü, aynı zamanda Türkiye Bilişim Vakfı Projeler Koordinatörü Tuncer Üney bizimle. Hoş geldiniz Tuncer Bey.

Tuncer Üney: Hoş bulduk, teşekkür ediyorum.

AT: İyi haftalar diliyorum size de. Bugün Tuncer Bey’le e-devlet, e-belediye ve genel anlamda devletin yeniden yapılanması konularına değineceğiz ama bir noktada odaklanacağız ve oradan söz İnternet ve hukuk kavramlarına geçecek. Demin, programdan önce Drama’dan bahsediyorsunuz, Drama Köprüsü’nden, enteresan bir anıydı, isterseniz oradan girelim programa, ne dersiniz?

TÜ: Tabii, olabilir. Benim ilgilendiğim bir konuyla dolaylı olarak ilişkilendirdiğim için onu bir anekdot olarak anlatmaktan memnun olurum gerçekten. Türkiye Bilişim Vakfı’nın Yunanlılar’la kurduğu bilişim alanındaki işbirliği platformları çerçevesinde, Selanik’teki toplantılara gidip gelirken, ki arabayla gidip geliyorduk o zaman, yol üstünde “Drama” sapağını farkettik, yaklaşık anayoldan 20 km. kadar içeride bir yermiş. Drama, bizim kültürümüzde, türkülerimizde geçen bir tarihi Türk kenti olması nedeniyle dikkatimizi çekti ve gidip görmekistedik. Oraya gittiğimizde, türküde Dramalı Hasan’ın adının geçtiği köprüyü merak ettik, acaba hala duruyor mu, görebilir miyiz, diye. Orada tabii ki bize rehberlik edecek kimseyi bulamadık, o kısa ziyaretimiz sırasında, çok fazla da bilgi alamadık ama çok güzel bir mekanda, bir kaynak suyunun üstünde, küçücük bir köprü gördük...

AT: Bir “Drama Köprüsü” buldunuz yani...

TÜ: “Herhalde orasıdır” diye kendi kendimizi teselli ettik ama beklentilerimize de uyan bir köprü olmadığı için biraz üzüntü duyduk. Bu konuyu açmamın nedeni de şu, yerel yönetimlerin isimlendirme konusundaki çalışmalarıyla ilgili. Bu konu benim bundan önceki dönem yerel yöneticilerin seçimiyle dikkatimi çeken bir konu oldu.

AT: Mesela, pardon, sokak adı değişiyor, mekanlar değişiyor, meydanların adları değişiyor, bunu kastediyorsunuz, değil mi?

TÜ: Evet, evet, bunu kastediyorum. Tabii ki belediye yeni yaptığı bir takım alanlara, sokaklara, caddelere, anıtlara, köprülere yeni isimler verebilir, ama, benim bilişim açısından önemli gördüğüm konu, eskiden verilmiş isimlerin değiştirilmesi. Hatta öyle bir haber yansıdı ki gazetelere, seçimlerden sonra, bir kentimizde yeni gelen belediye yönetimi şehirdeki bütün isimleri, sokak adlarını filan değiştirmeyi kararlaştırmış, belediye meclisi böyle bir karar almış ve bu benim çok canımı sıkmıştı. O nedenle konuyla o günden beri yakından ilgileniyorum.

AT: Peki siz, Türkiye Bilişim Vakfı olarak da bir girişimde bulunmuş muydunuz, bu konuda?

TÜ: Hayır, maalesef, bu konuda Vakıf olarak bir girişimde bulunmadık ama ben kişisel olarak bu konuyla ilgili gelişmeleri takip ediyorum ve bunu bu şekilde uygun ortamlarda dile getirmeyi düşünüyordum, bana bu fırsatı verdiğiniz için size teşekkür ederim. Gerçekten bu, bilgiyi öldürmek anlamına geliyor, yani bir eski sokağın adını, bir meydanın adını ya da bir tarihi eserin adını değiştirerek ona yeni bir ad vermek, bu bilgiyi öldürmek anlamına geliyor, kentin tarihini de öldürmek anlamına geliyor. Çünkü bu bilgi, kimse o bilginin hangi kitapta, hangi haritada, hangi anıda, hangi gezi notlarında, hangi turizm rehberinde, edebiyatta o şekilde geçtiğini bilemez. Siz o ismi değiştirmekle, tümüyle burada, bu ana kadar arşivde yer almış bütün bu bilgilerin hepsini öldürmüş oluyorsunuz. Bu, bence, bilginin katledilmesi anlamına geliyor ve bu açıdan bu konuyu çok önemsiyorum. Yerel yöneticilerimize önerim, gerçekten bu konuda çok titiz davranmaları, eski verilmiş isimler ne olursa olsun, onu aynen korumalarıdır. Yeni yapacakları şeylere tabii ki istedikleri isimleri verebilirler, onda hiçbir sakınca göremiyorum.

AT: Tarihi Kentler Birliği üyesi Çanakkale, bu konuda bir proje başlattı, biliyor musunuz? Sokak adlarından kent kültürünü analiz etmeye çalışıyorlar. Gidebildikleri kadar derine inip, Ahmet Bey Sokağı mesela, basit, neden Ahmet Bey Sokağı, Ahmet Bey kimmiş, neymiş, ne yapmış, ne etmiş, gibisinden...

TÜ: Çok güzel, çünkü bu, kentin tarihi demektir.

AT: Kimliği...

TÜ: Kimliği demektir, dolayısıyla hem kentinizin kimliğini yok ediyorsunuz, hem de o bilgilere erişilmesini önlemiş oluyorsunuz.

AT: Tuncer Bey, Avrupa Birliği açısından da bu konu çok önemli, biliyorsunuz. Şimdi son çıkan bir direktif var, kesinleşmedi henüz, o kesinleşince bütün üye ülkeler imzalayacaklar ve bilgiye erişim özgürlüğü yasal düzenlemeleri bağlamında her ülke minimalist bir yaklaşımla ortak bir yasa metnine imza atacak. En azından bir, ne derler, asgari müşterekte buluşturmak için, Avrupa Birliği bunu istiyor ve en önemsenen devlet bilgilerinin başında da bu ulaşım bilgileri, yol, sokak, filan geliyor. Evet, neyse, şimdi gelelim esas konuşmak istediğimiz konuya. “Devletin yeniden yapılanması”, tırnak içinde, bugünlerde hep konuşuluyor. E-Avrupa, e-Türkiye, e-yerel yönetimler geliyor hemen arkasından. Bize kısaca toparlar mısınız bu konudaki yaklaşımınızı?

TÜ: Şimdi, devletin küçülmesi diye bir konu, geçen yıllardan beri konuşuluyor. “Devlet küçülsün” deniyor, ama nasıl küçülecek? Bu sorunun cevabı çok önemli. Dolayısıyla, bunun için iki yaklaşım var, bir, yukarıdan aşağıya yaklaşım, ki o devletin şu anda üstlendiği bazı işlevleri özel sektöre veya sivil toplum örgütlerine devretmesi şeklindedir. Böyle bir küçülme olabilir. Esas küçülme de tabii ki iş süreçlerini yeniden gözden geçirerek ve şu anda çok yavaş işleyen devlet çarklarını hızlandırma yönünde olabilir. Bu da devlette küçülmeyi sağlayabilir. Dolayısıyla, devlet verdiği hizmetlerin her birini, her yaptığı işi, bilgi teknolojilerine dayalı olarak yeni baştan tasarlayıp, en etkin, en verimli, en kısa şekilde nasıl yapabilir, o şekilde bunları gözden geçirmeli ve bu süreçleri yeniden tarif etmeli. Tanım sonunda şu çıkıyor, bu iş süreçlerini yerine getirmek için kaç kişiye ve ne nitelikte kişiye ihtiyaç var, bu ortaya çıkacak ve bu kişilerin dışındaki kişilerin de zaten gereksiz kişiler olduğu devlette anlaşılacak. Dolayısıyla onları başka bir alanda, başka bir işte çalışmaya yönlendirmek gerekecek.

AT: Peki bunu yapmaya kalkışmak dahi bir paradigma değişikliğini gerektirmiyor mu? Niye yapsınlar yani, durduk yerde?

TÜ: Şimdi, tabii ki devletin çarkları çok yavaş işliyor, bunu herkes kabul ediyor, yani devlet kademesinde olanlar da, yahut şu anda hükümette olanlar da bunu kabul ediyorlar. Nitekim ben, yeni partinin, hükümetin hükümet programını da dinledim. Bu konudaki yeniden yapılanma çalışmalarına önem vereceklerini söylüyorlar. Bu herkesin kabul ettiği bir gerçek ama nasıl yapılacağı bence çok daha önemli. Burada, devletin şu andaki iş süreçlerini olumsuz yönde etkileyen iki tane temel paradigma, temel anlayış görüyorum. Dolayısıyla, bu temel anlayışları değiştirerek ancak iş süreçlerinin tanımlarına yeniden başlanabilir. İsterseniz onu biraz daha ayrıntılı olarak aradan sonra konuşalım.

AT: Evet, lafınızı unutmayın, lafınızı müzikle keselim. Hem de hangi müzikle keseceğiz, biliyor musunuz? Burcu Kuğu’ya bakıyorum, teknik masadaki arkadaşımız, evet hazırız. “Drama Köprüsü”!

TÜ: A, çok sevinirim!

AT: Sizin için Fuat Saka kaydını bulduk.

TÜ: Teşekkür ediyorum.

ARA

AT: Evet, “adam öldürmeyi oyun mu sandın Hasan?” diyor Tuncer Üney, Türkiye Bilişim Vakfı Projeler Koordinatörü, konuğumuz, o da diyor ki, “bilgiyi öldürmeyin, bilgiyi öldürmeyi oyun mu sandınız?”. Evet, oyun tabii, çok kolayca öldürüyorlar ve bu türküyü çalmamızın sebebi de, Türkiye’de sıkça sokaklar, meydanlar gibi kamuya açık yerlerin adlarının sorumsuzca değiştirilmesinin Tuncer Üney’in altını çizmesiydi.

TÜ: Evet, protesto ediyorum.

AT: Protesto ediyorsunuz... Peki, Tuncer Bey, paradigma dönüşümü gerekiyor, dedik, değişikliği gerekiyor, dedik, siz “iki temel konu var” dediniz...

TÜ: Evet, bence devletin bugünkü, vatandaşa götürdüğü hizmetler açısından, bürokrasi açısından iki tane değişmesi gereken temel anlayış var. Bunlardan birincisi, uzun yıllardan beri bizim kültürümüze yerleşmiş, yani temel rehberimiz olmuş bir şey. “Önce devlet” denir hep, devlet en üst noktadadır...

AT: “Allah zeval vermesin” denir...

TÜ: ... Ve vatandaşlar ona hizmet etmekle yükümlüdür ve dolayısıyla, “önce devlet” anlayışı hakimdir. Ve bu çerçevede de, devlet katlarında oturanlar da vatandaşa bu gözle bakarlar, yani onları kendilerine hizmet etmekle yükümlü birer kul, köle şeklinde anlarlar...

AT: Haydi “baba-oğul” diyelim...

TÜ: Evet. Ama, temel anlayış bu. Dolayısıyla, bu böyle olduğu zaman da, bir devletin vatandaşlara yönelik bir hizmetinin yerine getirilmesinde hep devlet düşünülerek gerekli işlemler, adımlar, bürokrasi, belgeler, buna göre biçimlendiriliyor. Bu da tabii ki, devlet çarklarının yavaş dönmesinde, vatandaşların bürokrasiden canlarının yanmasına sebep olan bir temel anlayış. Bu anlayışın değişmesi gerekiyor, bu anlayışın tersine dönmesi gerekiyor. “Önce devlet” değil, “önce yurttaş, vatandaş”. Çünkü devlet, bugünkü anlayışta, yurttaşına hizmet etmek için varolan bir kurumdur. Dolayısıyla, bu anlayış çerçevesinde bütün yapılanmasını ve bürokrasisini düzenlemek durumundadır.

AT: Ama önce onların kendini buna inandırması gerekiyor, değil mi?

TÜ: Kuşkusuz. Dolayısıyla, bir devletin yeniden yapılanması söz konusu ise, bu anlayışın önce yerleşmiş olması gerekiyor.

AT: Diğeri ne?

TÜ: Diğeri de bence, yine bunun kadar önemli bir anlayış. O da, Türkiye’de, ülkemizde, vatandaşı potansiyel suçlu olarak görme anlayışıdır. Öyle ki, her yapacağımız işte, hizmette, vatandaş bunun bir açığını bulacak ve bir suç işleyecek. Dolayısıyla, o açığı vermemek için, bütün prosedür üstünde bir sürü önlemler konmaya çalışılır ve de bu da o yapılacak işin bürokratik açıdan çok ağırlaşmasına, basamakların artmasına, vatandaşın bir sürü gereksiz işlemleri, belgeleri doldurmasına, yerine getirmesine sebep olabilir. Bu da bence devletin çarklarının çok yavaş dönmesinin arkasındaki ikinci temel anlayıştır. Halbuki, bunun da önlemi çok basittir, yani önce herkesi suçsuz kabul etmek ve bütün iş süreçlerini buna göre düzenlemek gerekir. O takdirde işler gerçekten çok basit olacaktır, çok kısa sürede çözümlenecektir. Ve bu şekilde kolaylaşacaktır, çarklar hızlı dönecektir. İş süreçlerinin yeniden gözden geçirilmesinde bu anlayış da hakim olursa, o zaman doğaldır ki, işler çok daha kolaylaşacaktır. Bu arada suç işleyen olabilecektir, ama yani yüz kişiden bir kişi suç işleyecek diye 99 kişinin hayatını karartmanın anlamı yok. Dolayısıyla, bundan vazgeçmek gerek. Suç işleyene de gerekli ceza neyse onun verilmesi gerekir diye düşünüyorum.

AT: Peki, zaten bu e-Avrupa, e-Avrupa+, e-Türkiye ve e-devlet projelerinde, vatandaşa sunulacak hizmetler elektronik ortama taşındığında, elektronik ağ üzerinden bu hizmetlere erişim mümkün olduğunda, o olası suç işleme ihtimalleri de ortadan kalkmıyor mu? Hani şu şeffaflaşma prosesi hızlanmış olmayacak mı?

TÜ: Kesinlikle öyle. Zaten bu e-Avrupa, e-Türkiye, onun altında e-devlet kavramlarının arkasında yatan düşünce, temel anlayış bu. Vatandaşa hizmetlerin en kısa yoldan ve İnternet üzerinden götürülmesi amaçlanıyor. Dolayısıyla böyle bir anlayış içinde zaten bu iki paradigma değişikliğini yaptığımız takdirde, bilgi teknolojilerine dayalı olarak çok kısa, net, çabuk işleyen iş süreçleriyle vatandaşa hizmet etme imkanını bulabileceğiz diye düşünüyorum ben.

AT: Tuncer Bey, şimdi siz burada yokken, diğer arkadaşlarımızla, dostlarımızla burada program yaparken, dinleyicilerimizden sürekli takip edenler hatırlar, durmadan biz sizin kulağınızı çınlatıyoruz. Sebebi de, Türkiye Bilişim Vakfı, Tarihi Kentler Birliği, hatta ÇEKÜL Vakfı, arada katalizör olarak, bu üçgen dahilinde, biz sizinle birşeyler planlıyoruz, alttan alta, içten içe. Güzel bir konu bu, yani iyimser sonuçları olabilecek bir girişim. Bunu dinleyicilerimize açıklar mısınız, lütfen?

TÜ: Tabii, memnuniyetle. Bu, demin sözünü ettiğimiz e-Türkiye çalışmaları çerçevesinde merkezi hükümette bir takım çalışma grupları var, onlar değişik konularda merkezi hükümetle ilgili çalışmalar yapıyorlar. Ama doğrudan yerel yönetimleri hedef alan bir çalışma grubu yok. Dolayısıyla biz bu boşluğu dolduracak bir proje üretmeye çalışıyoruz. Bu projemiz de şöyle, bu Tarihi Kentler Birliği, ÇEKÜL ve Türkiye Bilişim Vakfı bir arada, öncelikle Tarihi Kentler Birliği’ne üye belediyelerin ihtiyaçları göz önüne alınarak bir yerel yönetim çözümü üretmek, bunu en büyük belediyeye göre tasarlayıp, ama modüler bir şekilde düşünmek, küçük birimler, modüller şeklinde. Dolayısıyla, bunu projelendirmek ve hayata geçirmek. Bu modüllerden hangileri, hangi belediye tarafından istenecekse, onları kendi belediyesine uyarlayıp kullanabilmesini sağlamak. Böylece, diyelim ki Tarihi Kentler Birliği için, işte 100 belediye mi var şu anda...

AT: 110.

TÜ: ...110 belediye için bu işi ayrı ayrı yapmak yerine, tek elden yapmak, hem zaman, hem para tasarrufu sağlayacak. Yerel yönetimler böylece e-yerel yönetim anlayışına göre kendilerini çok çabuk yeniden organize etme fırsatı , hem de maliyet olarak katlanabilme olanağı bulacaklar. Çünkü aynı işlerin 110 kere yapılması söz konusu. Bu da hem zaman, hem de para olarak çok büyük boyutlara ulaşıyor, zaten Tarihi Kentler Birliği’ne üye küçük belediyelerin bu türlü giderleri kaldıracak olanakları yok, bütçeleri çok kısıtlı. O nedenle, küçük belediyeler açısından bunun çok büyük bir fırsat olduğunu düşünüyorum.

AT: Öte yandan, Tarihi Kentler Birliği’nin zaten ülke genelinde yerleşik bir örgütlenmesi var, umarız bu iki konu tez zamanda sinerjik bir şekilde hayata geçer. Süremiz doldu Tuncer Bey, çok çok teşekkür ediyorum, zahmetleriniz için. Sizi daha sık bekliyoruz, bu özellikle sonuncu projeyi anlatmanız için. Söylemek istediğiniz bir şey var mı, kapatmadan?

TÜ: Hayır, teşekkür ediyorum, bu fırsatı verdiğiniz için.

AT: Estağfurullah, iyi günler sayın dinleyiciler.

Hiç yorum yok: