9 Aralık 2007

3 ARALIK'TA Prof. Dr. Ülkü AZRAK ile BÜLENT TANÖR ANISINA YAPILAN TOPLANTININ DEĞERLENDİRİLMESİ...

3 Aralık 2007, Pazartesi günü Prof. Dr. Ülkü Azrak Açık Radyo'da canlı yayın konuğumuz olmayı kabul etti ve kendisinin de konuşmacılarından biri olduğu, Bülent Tanör anısına düzenlenen 30 Kasım Toplantısını değerlendirdik... (Aşağıda bu toplantıda tuttuğum notları bulacaksınız... Aynı toplantı ve Tanör hakkında Av. Fikret İlkiz'in de şurada bir yorumu var!)

Bahsi geçen toplantı, 4 Aralık 2001, Pazartesi günü, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin Haydarpaşa Kampüsü'nde "R Salonu"nda "ANAYASACILIĞIMIZIN 125 YILI (1876-2001)" başlığıyla düzenlenmiş ve Prof. Dr. Bülent TANÖR'ün katıldığı son bilimsel toplantı olanın içerik, yer, konu ve katılımcı profili bakımından adeta bir "replika"sıydı, başlığı ise "Bülent Tanör Anısına: Yeni Anayasa Arayışının Anlamı" idi...

Prof. Azrak, programın ilk yarısında, toplantıda ileri sürülen görüşleri özetleyip değerlendirdi. İkinci yarısında ise Bülent Tanör'le ortak anılarını paylaştı dinleyicilerle. (Bunları da aşağıdaki özette bulacaksınız. Ayrıca teknik soruları aşmayı becerebilirsem, pek yakında bu radyo yayınlarını buraya monte edeceğim ve yazılı özetlere gerek kalmaksızın buradan da dinlenebilecekler...) Arada yine çok sevdiği Eleni Karaindrou'dan bir parça yolladık Bülent Hoca'ya!

* * * * * * * * * * * * * * * * *

Marmara Hukuk Fakültesi öğrencileri, Fransa’nın İstanbul Başkonsolosu, yurt içinden ve dışından meslekdaşları, yabancı gazeteciler ve sevenlerinin hınca hınç doldurduğu “R” salonunda yer alan toplantının Açılış’ında, önce Bülent Tanör’ün aynı mekanda katıldığı toplantıda yaptığı konuşma sırasında alınmış ses kayıtlarından pasajlar dinlendi. O sırada ekrandan da çeşitli fotoğrafları gösteriliyordu.

Daha sonra toplantıyı düzenleyenlerden Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı Prof.Dr. Tahsin Yeşildere konuşma yaptı.


Yeşildere, "Öğrencilerini kucaklayan şimşek gibi gözleri vardı…" diyerek başladığı konuşmasında Bülent Tanör'ün yaşamını özetledi ve eserleri hakkında bilgi verdi.

Ardından toplantıya sağlık sorunu nedeniyle katılamayan Prof. Dr. Server Tanilli’nin konuşma metni okundu… Tanilli, aynı metni 30 Kasım 2007 tarihli Cumhuriyet’teki köşesinde de yayınlamıştı:


"BİR BAKIMA"
SERVER TANİLLİ

Bülent Tanör'ü Hatırlarken...
Bülent Tanör 'ün ayrılışının 5. yılındayız.

Nasıl da hızla geçip gitmiş zaman!

Ölüm, unutuluşu da beraberinde getiriyor. Ama bakıyoruz, dün gitmiş gibi! Onun belleklerde taptaze kalışı, kuşkusuz derslerinden, yazdıklarından, kitaplarından, kısaca arkaya bıraktığı fikri mirasından.

Saygın birkaç büyük anayasa hukukçumuzdan biriydi. Bugün de öyle: 1961
Anayasası'nın ortaya çıktığı ortamda, Tanör de yetişiyordu. Laik Cumhuriyet'in sağlam temellerine dayanan bir siyaset felsefesine köklerini salıyordu; ölünceye kadar da buna sadık kaldı.

Çoğumuz gibi, o da 12 Eylül'e ve onun 1982 Anayasası'na karşı çıktı ve bu tavrını hep sürdürdü. Bu reddiye ile beraber, yeni bir anayasanın örgörüsünü de işledi.

Özellikle TÜSİAD'a hazırladığı açıklamalı metin budur.

1990'larda iktidara geçen güçler, özellikle sosyal demokratların katıldığı koalisyonlar, bu birikimden yararlanıp 1982 Anayasası'ndan kurtularak yeni bir anayasayı hayata geçirebilirlerdi.

Olmadı ve bir fırsat -yazık ki- kaçırıldı.

Daha da korkunç olanı, yeni bir fırsatı, AKP'nin eline geçirmesidir. Sahnede olan, laik Cumhuriyete düşman bir "dinci oligarşi" dir. Anayasa adına ortaya koyacağı, bellidir.
Gözü kara bir halde, bir sonuç elde etmek için çırpınıyor ve yanlışlar içinde yürüyor. Konu, yurdumuz için yaşamsaldır ve şunlara dikkat edilmelidir.

*
Anayasada bir değişiklik yapmak, bizzat anayasanın koymuş olduğu bir usule uyularak gerçekleştirilir. Nitekim, şimdi yürürlükte olan anayasa, sıradan yasalardan farklı bir usul belirlemiştir. Anayasanın "gözden geçirilmesi" ya da kısaca "değiştirilmesi" de denir buna.

Bir de toplumda büyük siyasal olayların sonucu, yeni bir anayasa yapmak gerekir: Bu halde, yeni anayasayı, apayrı bir "kurucu meclis" ortaya koyar. Bizde, 1961 ve 1982 anayasaları böyle elde edilmiştir ve bir gelenek kurulmuştur.

Günümüzde, söz konusu olan da, var olan anayasanın gözden geçirilmesi değil, baştan sona yeni bir anayasanın yapılmasıdır. Yapılması gereken de, bir kurucu meclisi yaratmak için harekete geçmektir; geleneğimiz de bunu gerektiriyor.

Gördüğümüz ise ne?

AKP, birkaç ay önce, bir grup akademisyene hazırlattığı bir anayasaya yapışmış, orasından burasından çıkarıp tartışmalara sunuyor. Yakın günlerde metin de yayımlandığında göreceklerimiz, başta şunlar olacak:

Yeni taslakta, AKP'nin başta dinci istemleri geliyordur ve laikliği çiğneyecektir:
Türbana üniversitenin kapıları açılıyordur; okullarda din dersleri devam ediyordur.
İmam hatip okullarından çıkanlara yeni görevler peşkeş edilirken, Kuran kursları da "din özgürlüğü" adı altında daha da açılıp serpilecektir.

Şu günlerde üstüne yürüren "yargı bağımsızlığı" daha da budanmış olacaktır.

"Liberal anayasa" aşkıyla, "piyasa güçleri" nin önü daha açılmış, "sosyal devlet" bir kez daha çökertilmiş olacaktır...

*

1961 Anayasası'ndan başlayarak, yeni bir anayasa yapmak, tekrarlamış olalım, anayasa hukukumuzda bir kurucu meclisin eseri.

Yeni bir anayasa için, AKP, niçin bu fikre uzak sularda yüzüyor?..

Yüzüyor, çünkü AKP, üstelik bir seçimden çıkmış, yeni Meclis'te bir tekel kurmuştur; o tekel, bir de liderin sultası altındadır. Böyle bir ortamda, yeni anayasaya damgasını vuracak olan budur. Hele hele "zorunlu din dersi" ve "türban " gibi dikenli sorunlarda, Erdoğan işareti verecektir. Tartışmalar bunları da aşıp "laiklik" in asıl ilke maddesine geldiğinde, Erdoğan fütur etmeden kararını belli edecektir.

İşte, AKP'yi birden yeni bir anayasaya götüren bu ortam, bu iklimdir!

Özetle, yapılması gereken, yeni anayasanın hazırlanmasını, bugünkü Meclis'ten beklenmeyerek konuyu, ayrı bir ortama, ayrı bir kurucu meclis seçip, ona havale etmektir. Çağdaş nitelikte ve yurdumuzun ihtiyaçlarına yanıt verecek bir anayasaya böyle kavuşabiliriz; bu olmadığında, ortaya AKP'ye uygun bir "helal anayasa" çıkacak ve onunla da olsa olsa, aziz Cumhuriyetimize "rahmet" okuyacağız.

Dikkat, işte böyle tehlikeli bir noktadayız!
* * * *

Daha sonra Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’nun yönetimindeki Panel’e geçildi. İlk konuşmacı Bülent Tanör’ün vaktiyle avukatlığını da yapan Prof. Dr. Fazıl Sağlam idi.

“Türkiye’deki Anayasal Birikim ve Tanör’ün Anayasa Çalışmalarına Katkısı” başlıklı bir bildiri sunan Sağlam; “İstanbul Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Kürsüsü bir ekol idi, Bülent Tanör de o ekolün tarihini temsil ediyordu” dedi. “ Ne zaman ‘Bugün bir bilimsel konuşma yapmayacağım’ diyerek söze başlasa da bu salonda yaptığı son konuşmasında da olduğu gibi, verdiği mesajlar bilimin süzülmüş içeriğiyle dolu olurdu” diyen Sağlam, Tanör’ün hastalık döneminde bile çok daha sağlıklı olanlardan daha çok çalıştığını belirtti. Onun “Türkiye’de Yerel Kongre İktidarları” ve “Kurtuluş Kuruluş” kitapları okunmadan devrimlerin sevilemeyeceğini, Türk ulusalcılığının ne olduğunun anlaşılamayacağını söyleyen Sağlam şöyle devam etti:

O eserleriyle yaşayacak ve hep saygıyla anılacak. Fakat şimdi nereye geldik? Bir yanda Bülent Tanör, bir yanda tüm kazanımlarımızı bir partinin menfaati için harcayan anayasacılar! Hey koca Bülent, bak, nereye geldik! ‘Kadın’I anayasa’da nereye koyuyorlar, toprak mülkiyetini nasıl çıkarıyorlar, çevre hakkını kaldırıp nasıl başka yerlere aktarıveriyorlar… Bunları birer temel hak olmaktan çıkarma, AKP iktidarının tek başına iktidara gelmesinden sonra orman olmaktan çıkarılan arazilerde olduğu gibi, iktidarı mali kaynak tahsisindeki önceliklerin etkisinden kurtarmak için yapılıyor. Çoğulcu demokrasi, çoğunlukçu demokrasiye dönüştürülüyor… Bunları üstelik Venedik Komisyonu üyesi de olan bir bilim adamı başkanlığındakiler nasıl yapıyorlar? Bu yeni anayasa değil, teknik bir hizmettir, dahası bir sivil darbe hazırlığının anayasal portresidir.”

Daha sonra söz sırası Tanör’lerin Cenevre Hukuk Fakültesi’ndaki meslekdaş ve dostları olan Prof. Dr. Andreas Auer’deydi. “İsviçre Anayasasını Nasıl Yeniledi?” başlıklı bildirisini sunmadan önce, “Ben burada ne arıyorum? Ben buradayım çünkü ben Bülent ve Öget’in İsviçre’deki en yakın dostlarından birisiydim” diyen Auer; esprili bir dille ilk tanışmalarını anlattı.

Onlarla ilk tanıştığımızda Öget’in bana inanılmaz bir saygılı tavır gösterdiğini farkedip doğrusu biraz da şaşırmıştım. Ben onlar gibi genç ve devrimci bir asistandım sadece. Fakat sonra bunun nedeni anlaşıldı. Öget beni, soyadı benimkine çok benzeyen ve O yıllarda çok saygın ve ünlü bir Anayasacı sanarmış. Sonra dostluğumuz çok uzun yıllar aynı sıcaklıkta devam etti, işte o yüzden de şimdi buradayım.”

Auer, Türkiye’de yeni anayasa konusundaki tartışmanın “-eklerle- yenileme mi?” yoksa “tümden değiştirme mi?” noktasına odaklandığını öğrendiğinden bahisle anayasaların zamana uyarlanmasındaki yöntemler hakkında kısa bir bilgi verdi. Bu tartışmanın esasen ABD anayasasını hazırlayan Jeffersson’a kadar uzandığını, Jeffersson’un; daha 17. yüzyıl sonunda, “gelecek kuşakların anayasalarını anlamaya hakları olduğu”nu söylediğini vurguladı. Auer, İsviçre’de prosedürlerin farklı olduğunu ancak hangi yol seçilirse seçilsin, sonunda bir referanduma başvurmanın şart olduğunu belirtti. İsviçre Anayasası’nın 1848 ve 1999’da iki başarılı total yenileme geçirdiğini, ama 47 kez eklerle yenilendiğini, neredeyse yılda bir yada iki kere bunun tekrarlandığını söyledi. Auer, İsviçre’de prosedürlerin ağırlığı yüzünden anayasayı baştan yazıp, yepyeni bir görünüm kazandırmanın imkansız denecek kadar zor olduğunu vurgulayarak, 1992’de gündeme gelen “toptan değişim” konusunda hükümetin çareyi konuyu “paketlere bölmek”te bulduğunu belirtti. Buna göre, İsviçre Anayasası; “Demokrasi Paketi”, “Federalizm Reformu” gibi paketlere bölünmüş ve sonra devlet sistemi içinde farklı organların devreye girmesiyle varılan çözümler bir araya getirilmiş. Anayasalardan tıpkı bir “canlı” gibi sözeden Auer, “Anayasalar genellikle karışık metinlerdir, çünkü onların da kendi yaşamları vardır. Mesela bizim anayasamızı elinize alıp roman gibi okuyabilirsiniz. Özellikle ilk maddeler son derece güzel metinlerdir. Ama değişiklik maddelerinin ne olduğunu anlamak zordur” dedi.

“Türkiye, Anayasasını Nasıl Yenilemeli? Tanör’ün Yanıtı” başlıklı bildirisini sunmak için söz alan Prof. Dr. Necmi Yüzbaşıoğlu, “Ben Bülent Ağabeyimi çok özledim” diyerek söze başladı. “Onun her eseri birşeyleri silkelemiştir” diyen ve bu görüşünü O’nun kitaplarından örneklerle destekleyen Yüzbaşıoğlu, son anayasa değişikliği arayışları konusunda oluşan gruplara katılmama kararı aldığını da belirtti.

“Bülent Tanör yaşasaydı bu konuda ne düşünür, ne derdi?” sorusuna yanıt ararken, aslında Tanör’ün, bu soruya cevabını, 2000 yılında, ODTÜ Mezunlar Derneği’nin “Baraka” dergisinin Mart-Nisan sayısında yayınlanan bir röportajda bizzat vermiş olduğunu söyleyen Yüzbaşıoğlu, daha sonra “Bulunca, soluksuz okudum” dediği, Sivil Anayasa- “Anayasamı İstiyorum” girişimi hakkında, Yurdagül Erkoca’nın yaptığı "o röportaj"dan pasajlar okudu.
Halk kuyrukçuluğu’ diye bir kavram vardır, ‘halk dalkavukluğu’ da çoğunluk diktasına yol açabilir, tehlikelidir. Halkın her dediği de iyi değildir” diyen Bülent Tanör’ün Erkoca’ya verdiği temel mesaj “Anayasayı halk yapmaz, yapamaz. Anayasayı hukukçular ve uzmanlar yapar” idi. Tanör, bu girişimi hiç desteklemediği gibi, “Türkiye’nin acil ihtiyacı demokratikleşme olduğu için” bu işe kalkışmanın “stratejik bir hata” olduğu görüşündeydi.
Yüzbaşıoğlu, Bülent Tanör’ün “61 Anayasası mümtaz bir anayasadır” diye düşündüğünü vurgularken, “Yeni anayasa için kuvvet biriktirmek zordur, 1991’de tüm partiler ‘Yeni anayasa’ diye seçime gittiler ama sonra balon söndü” diyerek sözlerini bitirdi...

II: OTURUM

Prof. Dr. Jean Marcou: “Türkiye’nin Deneyimi, Yeni Bir Anayasa İçin Yeterli mi?”

Marcou tam bir "diplomat" gibi konuştu:
“Türkiye’de gerçek bir anayasal tartışma yaşanıyor ancak Türkiye’nin bu alandaki tecrübesi çok fazla o yüzden şimdi de bu anayasayı değiştirebilir. 1924’te ilk kez güçlerin ayrılığını hayata geçiren bu ülke, Anayasa Mahkemesini İspanya ve Portekiz’den daha önce kurmuştur. Anayasal kültür bir avantaj ama zayıf kaldığı noktalar da var. Nitekim bu son değişiklik paketi başkanlık sistemine geçiş niyetinden dolayı gündeme gelmiştir. Dolayısıyla demokrasinin kurumsal dengeleri açısından çok tartışılır. Türkiye’deki anayasal problem bu yüzden kurumsal değildir. Bununla birlikte bu anayasayı Türkiye başarıyla yenileyebilir.

Prof. Dr. Yılmaz Aliefendioğlu: “Yargı Bağımsızlığının Anayasal Gerekleri”

Eski Anayasa Mahkemesi üyesi iken bu görevinden ayrıldığında Bülent Tanör'ün, “Peki Yılmaz Bey, artık muhalafet şerhlerini kim yazacak?” dediği Prof. Dr. Aliefendioğlu konuşmasına yargı ve bağımsızlığın anayasal gerekirlikler olduğunu vurgulayarak başladı. Yargılamanın amacı adalete ve gerçeğe ulaşmak olduğu için yargının yansız olması gerektiğini, bu yansızlığın, “yargının yasama ve yürütme karşısındaki bağımsızlığı olduğu kadar yargıcın kendisi karşısındaki bağımsızlığı” anlamına geldiğini de vurguladı. Anayasa Mahkemesi'nin yorumlarının ve red gerekçelerinin de onun “karar”ları kapsamında olması gerekçesiyle "bağlayıcı" olduğuna değindi. “Doğal hakim- kanuni hakim ikileminde anayasal düzenlemenin doğal hakimden yana olmasını yeğlediğini” sözlerine ekledi.


Prof. Dr. Azrak: “Anayasa’yı Yenilemek İçin Yürütülen Sivil Çalışmalar”

Prof. Azrak sözlerine şöyle başladı:

Bülent Tanör ile 4 kez yollarımız kesişti. Birincisinde ben genç asistandım, o öğrencimdi. Dersleri o parlak bakışlarıyla izler, dersten sonra arka taraftaki çalışma odasında hocamız Sıddık Sami Onar’a en zeki soruları sorardı.
İkincisinde ben kıdemli, Bülent Tanör genç asistan olarak meslekdaş olduk. O dönemde İşçi Partisi’ne yakındık. O, ben ve Yücel Sayman, Trakya’daki köylere gidip, köy kahvelerinde halkı aydınlatmaya çalıştık. Şu son oy dağılımlarına bakılırsa çalışmalarımız işe de yaramış galiba!
Üçüncüsünde YÖK bize Diyabakır’a gitmeyi önerdi. Şu anda sağımda oturan kişi, Prof. Kaboğlu, o sırada orada bütün dersleri tek başına yapıyor, hatta bu yüzden doçentlik tezini yazacak vakit dahi bulamıyordu. Bülent’le ikimiz gitmeye karar verdiğimizi belirten dilekçemizi YÖK’e verdik. Sonra reddettiler. Nitekim 3-4 ay sonra Bülent 1402’lik oldu…
Dördüncüsünde de yine üniversite yönetimi ile karşı karşıya geldik. Bülent’in kürsüsünde yetkin olmayan bir elemanın yardımcı doçent yapılmaya kalkışılması yüzünden. Ben o elemanın bilimsel yeterliliğine delil olacak işlerinin tümünü inceledim ve hatta idare mahkemesinde dava açtık. Bülent ölmeden bu kararın iptalini gördü ama Danıştay’daki faslını görmedi. Sonradan 'bu Bülent Tanör’ün davası değildir, burada kamu yararının savunulması sözkonusudur' dedik…
Şimdi 'sivil çalışmalar' konusuna dönersek… Bu sivil lafından hiç bu kadar nefret etmemiştim. Bülent Tanör bu kavramı çok doğru kullanırdı. Oysa bugün karşımızdaki metin o 'sivil şey'in ürünü ve bunun kadar kötü bir anayasa metni Türkiye’de hiç yazılmadı.
Bu bakımdan Bülent Tanör’ün sivil anayasa konusunda dediklerine katılıyorum. Halk yapamaz anayasayı… Halkın oylarının nasıl manüple edildiğini hepimiz biliyoruz. Fransız anayasası da halkın oylarıyla kabul edilmişti, fakat Fransızlar kendi anayasaları için 'De Gaulle’in üzerine biçilmiş bir üniformadır' derler…
Yeni anayasalar ne zaman yapılır? Avrupa’da genellike savaşlardan sonra yapılmıştır. Alman Weimar Anayasası, sonra Alman Bonn anayasası… Fransız ve İtalyan anayasaları gibi… Bunlar savaş sonrası ve 'rehabilite edici' anayasalardır. Bir de diktatörlüklerden kurtulduktan sonra yapılan anayasalar var. İspanya, hatta Yunan anayasası gibi.
Bugün bu bağlamda Türkiye’de yeni bir anayasa yapılmasının koşulları kesinlikle yoktur. Zaten 1982 Anayasası’nın düzelmesi için 4-5 konu kalmıştı…
Bugün karşılaştığımız şey tam bir anayasa sefaleti…
Başka çalışmalar yok mu? Var. Bülent Tanör’ün de katıldığı birkaç çalışma yapıldı. 2000’li yıllarda Barolar Birliği’nin çalışması örneğin. Biz bunun üzerinde 2003’e kadar çalıştık. Sonra 2 taslak daha çıktı. Bunlar bizim çalışmalar esas alınarak yapılmış metinlerdi… Şu sıra 3. olarak DİSK’in öncülüğünde bir anayasa inisiyatifi daha var, 'daha iyi bir anayasa nasıl olmalıdır?' konusunu araştıran…"

Daha sonra PANEL’in tartışma bölümüne geçildi ve toplantı sona erdi...

Hiç yorum yok: