Avniye Tansug, Av. LLM, (Strathclyde)
Bu blog bilgi ve iletisim teknolojileri hukuku ile ilgili haberler, gelişmeler, aynı baslik altında Açık Radyo'da 2002 - 2015 yılları arasında yaptığım program kayıtlarını bir araya getirmek icin...
24 Aralık 2007
24 Aralık 2007, Açık Radyo'da; Mete TEVETOĞLU ile 5651
17 Aralık 2007
17 Aralık 2007, Açık Radyo'da: Kazım KOLCUOĞLU ve Gökhan AHİ ile...
Onlarla geçen Cuma günü Baro'da yapılan 5651 sayılı kanun ile ilgili toplantıyı değerlendirdik.
Ayrıca Kazım Kolcuoğlu Baro'nun diğer sivil toplum örgütleri ile işbirliği içinde yaptığı çalışmalar hakkında bilgi verdi...
Bahsi geçen toplantı "web-casting" yoluyla 9 saat boyunca Internet üzerinden canlı yayınlanmıştı ve bu da Baro tarihinde bir "ilk" idi. Toplantının düzenlenmesine öncülük eden Turk.Internet.Com yarından itibaren bu yayını şu sayfadan ve banttan izletecek!
14 Aralık 2007
5651 Toplantısı
Fusun Sarp Nebil'in bu sabah bildirdiğine göre yayın şu web siteleri üzerinden izlenebilecek: http://www.turk.internet.com/ ve http://yayin.superonline.com/
9 Aralık 2007
3 ARALIK'TA Prof. Dr. Ülkü AZRAK ile BÜLENT TANÖR ANISINA YAPILAN TOPLANTININ DEĞERLENDİRİLMESİ...
Bahsi geçen toplantı, 4 Aralık 2001, Pazartesi günü, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin Haydarpaşa Kampüsü'nde "R Salonu"nda "ANAYASACILIĞIMIZIN 125 YILI (1876-2001)" başlığıyla düzenlenmiş ve Prof. Dr. Bülent TANÖR'ün katıldığı son bilimsel toplantı olanın içerik, yer, konu ve katılımcı profili bakımından adeta bir "replika"sıydı, başlığı ise "Bülent Tanör Anısına: Yeni Anayasa Arayışının Anlamı" idi...
Prof. Azrak, programın ilk yarısında, toplantıda ileri sürülen görüşleri özetleyip değerlendirdi. İkinci yarısında ise Bülent Tanör'le ortak anılarını paylaştı dinleyicilerle. (Bunları da aşağıdaki özette bulacaksınız. Ayrıca teknik soruları aşmayı becerebilirsem, pek yakında bu radyo yayınlarını buraya monte edeceğim ve yazılı özetlere gerek kalmaksızın buradan da dinlenebilecekler...) Arada yine çok sevdiği Eleni Karaindrou'dan bir parça yolladık Bülent Hoca'ya!
Marmara Hukuk Fakültesi öğrencileri, Fransa’nın İstanbul Başkonsolosu, yurt içinden ve dışından meslekdaşları, yabancı gazeteciler ve sevenlerinin hınca hınç doldurduğu “R” salonunda yer alan toplantının Açılış’ında, önce Bülent Tanör’ün aynı mekanda katıldığı toplantıda yaptığı konuşma sırasında alınmış ses kayıtlarından pasajlar dinlendi. O sırada ekrandan da çeşitli fotoğrafları gösteriliyordu.
Daha sonra toplantıyı düzenleyenlerden Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı Prof.Dr. Tahsin Yeşildere konuşma yaptı.
Ardından toplantıya sağlık sorunu nedeniyle katılamayan Prof. Dr. Server Tanilli’nin konuşma metni okundu… Tanilli, aynı metni 30 Kasım 2007 tarihli Cumhuriyet’teki köşesinde de yayınlamıştı:
"BİR BAKIMA"
SERVER TANİLLİ
Bülent Tanör'ü Hatırlarken...Bülent Tanör 'ün ayrılışının 5. yılındayız.
Nasıl da hızla geçip gitmiş zaman!
Ölüm, unutuluşu da beraberinde getiriyor. Ama bakıyoruz, dün gitmiş gibi! Onun belleklerde taptaze kalışı, kuşkusuz derslerinden, yazdıklarından, kitaplarından, kısaca arkaya bıraktığı fikri mirasından.
Saygın birkaç büyük anayasa hukukçumuzdan biriydi. Bugün de öyle: 1961
Anayasası'nın ortaya çıktığı ortamda, Tanör de yetişiyordu. Laik Cumhuriyet'in sağlam temellerine dayanan bir siyaset felsefesine köklerini salıyordu; ölünceye kadar da buna sadık kaldı.
Çoğumuz gibi, o da 12 Eylül'e ve onun 1982 Anayasası'na karşı çıktı ve bu tavrını hep sürdürdü. Bu reddiye ile beraber, yeni bir anayasanın örgörüsünü de işledi.
Özellikle TÜSİAD'a hazırladığı açıklamalı metin budur.
1990'larda iktidara geçen güçler, özellikle sosyal demokratların katıldığı koalisyonlar, bu birikimden yararlanıp 1982 Anayasası'ndan kurtularak yeni bir anayasayı hayata geçirebilirlerdi.
Olmadı ve bir fırsat -yazık ki- kaçırıldı.
Daha da korkunç olanı, yeni bir fırsatı, AKP'nin eline geçirmesidir. Sahnede olan, laik Cumhuriyete düşman bir "dinci oligarşi" dir. Anayasa adına ortaya koyacağı, bellidir.
Gözü kara bir halde, bir sonuç elde etmek için çırpınıyor ve yanlışlar içinde yürüyor. Konu, yurdumuz için yaşamsaldır ve şunlara dikkat edilmelidir.
*
Anayasada bir değişiklik yapmak, bizzat anayasanın koymuş olduğu bir usule uyularak gerçekleştirilir. Nitekim, şimdi yürürlükte olan anayasa, sıradan yasalardan farklı bir usul belirlemiştir. Anayasanın "gözden geçirilmesi" ya da kısaca "değiştirilmesi" de denir buna.
Bir de toplumda büyük siyasal olayların sonucu, yeni bir anayasa yapmak gerekir: Bu halde, yeni anayasayı, apayrı bir "kurucu meclis" ortaya koyar. Bizde, 1961 ve 1982 anayasaları böyle elde edilmiştir ve bir gelenek kurulmuştur.
Günümüzde, söz konusu olan da, var olan anayasanın gözden geçirilmesi değil, baştan sona yeni bir anayasanın yapılmasıdır. Yapılması gereken de, bir kurucu meclisi yaratmak için harekete geçmektir; geleneğimiz de bunu gerektiriyor.
Gördüğümüz ise ne?
AKP, birkaç ay önce, bir grup akademisyene hazırlattığı bir anayasaya yapışmış, orasından burasından çıkarıp tartışmalara sunuyor. Yakın günlerde metin de yayımlandığında göreceklerimiz, başta şunlar olacak:
Yeni taslakta, AKP'nin başta dinci istemleri geliyordur ve laikliği çiğneyecektir:
Türbana üniversitenin kapıları açılıyordur; okullarda din dersleri devam ediyordur.
İmam hatip okullarından çıkanlara yeni görevler peşkeş edilirken, Kuran kursları da "din özgürlüğü" adı altında daha da açılıp serpilecektir.
Şu günlerde üstüne yürüren "yargı bağımsızlığı" daha da budanmış olacaktır.
"Liberal anayasa" aşkıyla, "piyasa güçleri" nin önü daha açılmış, "sosyal devlet" bir kez daha çökertilmiş olacaktır...
*
1961 Anayasası'ndan başlayarak, yeni bir anayasa yapmak, tekrarlamış olalım, anayasa hukukumuzda bir kurucu meclisin eseri.
Yeni bir anayasa için, AKP, niçin bu fikre uzak sularda yüzüyor?..
Yüzüyor, çünkü AKP, üstelik bir seçimden çıkmış, yeni Meclis'te bir tekel kurmuştur; o tekel, bir de liderin sultası altındadır. Böyle bir ortamda, yeni anayasaya damgasını vuracak olan budur. Hele hele "zorunlu din dersi" ve "türban " gibi dikenli sorunlarda, Erdoğan işareti verecektir. Tartışmalar bunları da aşıp "laiklik" in asıl ilke maddesine geldiğinde, Erdoğan fütur etmeden kararını belli edecektir.
İşte, AKP'yi birden yeni bir anayasaya götüren bu ortam, bu iklimdir!
Özetle, yapılması gereken, yeni anayasanın hazırlanmasını, bugünkü Meclis'ten beklenmeyerek konuyu, ayrı bir ortama, ayrı bir kurucu meclis seçip, ona havale etmektir. Çağdaş nitelikte ve yurdumuzun ihtiyaçlarına yanıt verecek bir anayasaya böyle kavuşabiliriz; bu olmadığında, ortaya AKP'ye uygun bir "helal anayasa" çıkacak ve onunla da olsa olsa, aziz Cumhuriyetimize "rahmet" okuyacağız.
Dikkat, işte böyle tehlikeli bir noktadayız!
Daha sonra Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’nun yönetimindeki Panel’e geçildi. İlk konuşmacı Bülent Tanör’ün vaktiyle avukatlığını da yapan Prof. Dr. Fazıl Sağlam idi.
“Türkiye’deki Anayasal Birikim ve Tanör’ün Anayasa Çalışmalarına Katkısı” başlıklı bir bildiri sunan Sağlam; “İstanbul Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Kürsüsü bir ekol idi, Bülent Tanör de o ekolün tarihini temsil ediyordu” dedi. “ Ne zaman ‘Bugün bir bilimsel konuşma yapmayacağım’ diyerek söze başlasa da bu salonda yaptığı son konuşmasında da olduğu gibi, verdiği mesajlar bilimin süzülmüş içeriğiyle dolu olurdu” diyen Sağlam, Tanör’ün hastalık döneminde bile çok daha sağlıklı olanlardan daha çok çalıştığını belirtti. Onun “Türkiye’de Yerel Kongre İktidarları” ve “Kurtuluş Kuruluş” kitapları okunmadan devrimlerin sevilemeyeceğini, Türk ulusalcılığının ne olduğunun anlaşılamayacağını söyleyen Sağlam şöyle devam etti:
“O eserleriyle yaşayacak ve hep saygıyla anılacak. Fakat şimdi nereye geldik? Bir yanda Bülent Tanör, bir yanda tüm kazanımlarımızı bir partinin menfaati için harcayan anayasacılar! Hey koca Bülent, bak, nereye geldik! ‘Kadın’I anayasa’da nereye koyuyorlar, toprak mülkiyetini nasıl çıkarıyorlar, çevre hakkını kaldırıp nasıl başka yerlere aktarıveriyorlar… Bunları birer temel hak olmaktan çıkarma, AKP iktidarının tek başına iktidara gelmesinden sonra orman olmaktan çıkarılan arazilerde olduğu gibi, iktidarı mali kaynak tahsisindeki önceliklerin etkisinden kurtarmak için yapılıyor. Çoğulcu demokrasi, çoğunlukçu demokrasiye dönüştürülüyor… Bunları üstelik Venedik Komisyonu üyesi de olan bir bilim adamı başkanlığındakiler nasıl yapıyorlar? Bu yeni anayasa değil, teknik bir hizmettir, dahası bir sivil darbe hazırlığının anayasal portresidir.”
Daha sonra söz sırası Tanör’lerin Cenevre Hukuk Fakültesi’ndaki meslekdaş ve dostları olan Prof. Dr. Andreas Auer’deydi. “İsviçre Anayasasını Nasıl Yeniledi?” başlıklı bildirisini sunmadan önce, “Ben burada ne arıyorum? Ben buradayım çünkü ben Bülent ve Öget’in İsviçre’deki en yakın dostlarından birisiydim” diyen Auer; esprili bir dille ilk tanışmalarını anlattı.
“Onlarla ilk tanıştığımızda Öget’in bana inanılmaz bir saygılı tavır gösterdiğini farkedip doğrusu biraz da şaşırmıştım. Ben onlar gibi genç ve devrimci bir asistandım sadece. Fakat sonra bunun nedeni anlaşıldı. Öget beni, soyadı benimkine çok benzeyen ve O yıllarda çok saygın ve ünlü bir Anayasacı sanarmış. Sonra dostluğumuz çok uzun yıllar aynı sıcaklıkta devam etti, işte o yüzden de şimdi buradayım.”
Auer, Türkiye’de yeni anayasa konusundaki tartışmanın “-eklerle- yenileme mi?” yoksa “tümden değiştirme mi?” noktasına odaklandığını öğrendiğinden bahisle anayasaların zamana uyarlanmasındaki yöntemler hakkında kısa bir bilgi verdi. Bu tartışmanın esasen ABD anayasasını hazırlayan Jeffersson’a kadar uzandığını, Jeffersson’un; daha 17. yüzyıl sonunda, “gelecek kuşakların anayasalarını anlamaya hakları olduğu”nu söylediğini vurguladı. Auer, İsviçre’de prosedürlerin farklı olduğunu ancak hangi yol seçilirse seçilsin, sonunda bir referanduma başvurmanın şart olduğunu belirtti. İsviçre Anayasası’nın 1848 ve 1999’da iki başarılı total yenileme geçirdiğini, ama 47 kez eklerle yenilendiğini, neredeyse yılda bir yada iki kere bunun tekrarlandığını söyledi. Auer, İsviçre’de prosedürlerin ağırlığı yüzünden anayasayı baştan yazıp, yepyeni bir görünüm kazandırmanın imkansız denecek kadar zor olduğunu vurgulayarak, 1992’de gündeme gelen “toptan değişim” konusunda hükümetin çareyi konuyu “paketlere bölmek”te bulduğunu belirtti. Buna göre, İsviçre Anayasası; “Demokrasi Paketi”, “Federalizm Reformu” gibi paketlere bölünmüş ve sonra devlet sistemi içinde farklı organların devreye girmesiyle varılan çözümler bir araya getirilmiş. Anayasalardan tıpkı bir “canlı” gibi sözeden Auer, “Anayasalar genellikle karışık metinlerdir, çünkü onların da kendi yaşamları vardır. Mesela bizim anayasamızı elinize alıp roman gibi okuyabilirsiniz. Özellikle ilk maddeler son derece güzel metinlerdir. Ama değişiklik maddelerinin ne olduğunu anlamak zordur” dedi.
“Türkiye, Anayasasını Nasıl Yenilemeli? Tanör’ün Yanıtı” başlıklı bildirisini sunmak için söz alan Prof. Dr. Necmi Yüzbaşıoğlu, “Ben Bülent Ağabeyimi çok özledim” diyerek söze başladı. “Onun her eseri birşeyleri silkelemiştir” diyen ve bu görüşünü O’nun kitaplarından örneklerle destekleyen Yüzbaşıoğlu, son anayasa değişikliği arayışları konusunda oluşan gruplara katılmama kararı aldığını da belirtti.
“Bülent Tanör yaşasaydı bu konuda ne düşünür, ne derdi?” sorusuna yanıt ararken, aslında Tanör’ün, bu soruya cevabını, 2000 yılında, ODTÜ Mezunlar Derneği’nin “Baraka” dergisinin Mart-Nisan sayısında yayınlanan bir röportajda bizzat vermiş olduğunu söyleyen Yüzbaşıoğlu, daha sonra “Bulunca, soluksuz okudum” dediği, Sivil Anayasa- “Anayasamı İstiyorum” girişimi hakkında, Yurdagül Erkoca’nın yaptığı "o röportaj"dan pasajlar okudu.
Yüzbaşıoğlu, Bülent Tanör’ün “61 Anayasası mümtaz bir anayasadır” diye düşündüğünü vurgularken, “Yeni anayasa için kuvvet biriktirmek zordur, 1991’de tüm partiler ‘Yeni anayasa’ diye seçime gittiler ama sonra balon söndü” diyerek sözlerini bitirdi...
II: OTURUM
Prof. Dr. Jean Marcou: “Türkiye’nin Deneyimi, Yeni Bir Anayasa İçin Yeterli mi?”
Marcou tam bir "diplomat" gibi konuştu:
Prof. Dr. Yılmaz Aliefendioğlu: “Yargı Bağımsızlığının Anayasal Gerekleri”
Prof. Dr. Azrak: “Anayasa’yı Yenilemek İçin Yürütülen Sivil Çalışmalar”
“Bülent Tanör ile 4 kez yollarımız kesişti. Birincisinde ben genç asistandım, o öğrencimdi. Dersleri o parlak bakışlarıyla izler, dersten sonra arka taraftaki çalışma odasında hocamız Sıddık Sami Onar’a en zeki soruları sorardı.
İkincisinde ben kıdemli, Bülent Tanör genç asistan olarak meslekdaş olduk. O dönemde İşçi Partisi’ne yakındık. O, ben ve Yücel Sayman, Trakya’daki köylere gidip, köy kahvelerinde halkı aydınlatmaya çalıştık. Şu son oy dağılımlarına bakılırsa çalışmalarımız işe de yaramış galiba!
Üçüncüsünde YÖK bize Diyabakır’a gitmeyi önerdi. Şu anda sağımda oturan kişi, Prof. Kaboğlu, o sırada orada bütün dersleri tek başına yapıyor, hatta bu yüzden doçentlik tezini yazacak vakit dahi bulamıyordu. Bülent’le ikimiz gitmeye karar verdiğimizi belirten dilekçemizi YÖK’e verdik. Sonra reddettiler. Nitekim 3-4 ay sonra Bülent 1402’lik oldu…
Dördüncüsünde de yine üniversite yönetimi ile karşı karşıya geldik. Bülent’in kürsüsünde yetkin olmayan bir elemanın yardımcı doçent yapılmaya kalkışılması yüzünden. Ben o elemanın bilimsel yeterliliğine delil olacak işlerinin tümünü inceledim ve hatta idare mahkemesinde dava açtık. Bülent ölmeden bu kararın iptalini gördü ama Danıştay’daki faslını görmedi. Sonradan 'bu Bülent Tanör’ün davası değildir, burada kamu yararının savunulması sözkonusudur' dedik…
Şimdi 'sivil çalışmalar' konusuna dönersek… Bu sivil lafından hiç bu kadar nefret etmemiştim. Bülent Tanör bu kavramı çok doğru kullanırdı. Oysa bugün karşımızdaki metin o 'sivil şey'in ürünü ve bunun kadar kötü bir anayasa metni Türkiye’de hiç yazılmadı.
Bu bakımdan Bülent Tanör’ün sivil anayasa konusunda dediklerine katılıyorum. Halk yapamaz anayasayı… Halkın oylarının nasıl manüple edildiğini hepimiz biliyoruz. Fransız anayasası da halkın oylarıyla kabul edilmişti, fakat Fransızlar kendi anayasaları için 'De Gaulle’in üzerine biçilmiş bir üniformadır' derler…
Yeni anayasalar ne zaman yapılır? Avrupa’da genellike savaşlardan sonra yapılmıştır. Alman Weimar Anayasası, sonra Alman Bonn anayasası… Fransız ve İtalyan anayasaları gibi… Bunlar savaş sonrası ve 'rehabilite edici' anayasalardır. Bir de diktatörlüklerden kurtulduktan sonra yapılan anayasalar var. İspanya, hatta Yunan anayasası gibi.
Bugün bu bağlamda Türkiye’de yeni bir anayasa yapılmasının koşulları kesinlikle yoktur. Zaten 1982 Anayasası’nın düzelmesi için 4-5 konu kalmıştı…
Bugün karşılaştığımız şey tam bir anayasa sefaleti…
Başka çalışmalar yok mu? Var. Bülent Tanör’ün de katıldığı birkaç çalışma yapıldı. 2000’li yıllarda Barolar Birliği’nin çalışması örneğin. Biz bunun üzerinde 2003’e kadar çalıştık. Sonra 2 taslak daha çıktı. Bunlar bizim çalışmalar esas alınarak yapılmış metinlerdi… Şu sıra 3. olarak DİSK’in öncülüğünde bir anayasa inisiyatifi daha var, 'daha iyi bir anayasa nasıl olmalıdır?' konusunu araştıran…"
Daha sonra PANEL’in tartışma bölümüne geçildi ve toplantı sona erdi...
26 Kasım 2007
5651 TOPLANTISI: 14 ARALIK 2007, İSTANBUL BAROSU'NDA...
23 Kasım 2007
BİLGİ’de ESKİ BAŞKANDAN İNSAN HAKLARI DERSİ
1998-2007 arasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Başkanlığı’nı yürüten Luzius Wildhaber’ın yürüteceği seminer derslerinde; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi sistemi ayrıntılı olarak incelenecek ve bazı hak ve özgürlükler üzerine özel tartışma oturumları gerçekleşecek. Derslerde; Avrupa Konseyi’nin yeni üyelerle büyümesinin sonuçları, demokrasinin günümüzdeki sorunları, çokkültürlülük ve terörizm konuları Avrupa insan haklarını koruma sistemi çerçevesinde tartışılacak. İngilizce olarak gerçekleşecek seminerlerde, Avrupa’da insan haklarının korunmasına ilişkin reform tartışmalarına da değinilecek.
Prof. Luzius Wildhaber kimdir?
Basel Üniversitesi (İsviçre), Paris Üniversitesi (Fransa), Heidelberg Üniversitesi (Almanya), Londra Üniversitesi (İngiltere) ve Yale Üniversitesi (A.B.D.) gibi kurumlarda akademik çalışmalar yürüttü. İsviçre Federal Anayasası’nın Bütünüyle Gözden Geçirilmesi Komisyonu Baş Koordinatörlüğü, İsviçre Uluslararası Hukuk Topluluğu Başkanlığı, Basel Üniversitesi Rektörlüğü görevlerini üstlenen Wildhaber; 1998-2007 yılları arasında ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Başkanlığı görevini sürdürdü. Yayımlanmış 9 kitap ve 200’den fazla makalesi bulunuyor.
27 Kasım- 6 Aralık 2007
İstanbul Bilgi Üniversitesi
Dolapdere Kampüsü
Kurtuluşderesi Caddesi No: 47
Dolapdere
Halkla İlişkiler: Arzu A. Girgin 0212 311 73 60 aaslan@bilgi.edu.tr
Ceren Nefes 0212 311 73 61 cerenn@bilgi.edu.tr
17 Kasım 2007
19 ve 26 Kasım Pazartesi, Açık Radyo'da: Prof. Dr. Öget Öktem TANÖR ile "BÜLENT TANÖR ÖZEL PROGRAMI"
Açık Radyo'da Bu Pazartesi (19 Kasım) yayınlanan ve 26 Kasım Pazartesi yayınlanacak Bilgi Çağının Hukuku programlarını 28 Kasım 2002'de aramızdan ayrılan saygıdeğer Prof. Dr. Bülent TANÖR'e ayırdık... Konuğumuz onun eşi ve arkadaşı nöro-psikolog Prof. Dr. Öget Öktem TANÖR.
Öget Öktem Tanör'ü, -bizler İ.Ü.Hukuk Fakültesi öğrencisi iken- tıpkı Bülent Tanör gibi Prof. Dr. Hüseyin Nail Kubalı kürsüsünde Anayasa Hukuku asistanı olarak tanımıştık. Sonra "nasıl olup da bilim dalı ve meslek değiştirdiğini" sorarak başladık programa. Hukuk öğrenirken bile aklı ve yüreği "tıp"ta olduğu için sıkça Tıp fakültesinin derslerini dinlediğini, 1968'de tamamen bu alana geçtiğini öğrendik. Öget Hanım'a onun gidişinin ardından (5 yıl içinde) biri Legal'den, diğeri Oğlak yayınları'ndan Mehmet Alkan'ın editörlüğünde) iki armağan kitabı birden çıkarıldığını, "söyleyecek sözü olanların daha da çok olduğu"nu anımsatınca, bunu dost ve öğrencilerinin "vefa"sına bağladı ve onlara teşekkür etti. Esasen onların 30 Kasım 2007'de, -Bülent Tanör'ün katıldığı son bilimsel toplantı orada olduğu için- Marmara Üniversitesi'nde bir de "5. Yıl Anma" programı hazırladığını, yıllar önce Cenevre'de birlikte çalıştıkları Prof. Dr. Andreas Auer'in bunu duyunca kendi olanakları ile bu toplantıya katılacağını da ekledi. (Ayrıntılı programı aşağıda bulacaksınız, Sayın Gürhan Ertür'e bugünkü yayının hemen ardından bu belgeyi gönderdiği için çok teşekkürler. A.T)
Sonra doğum yılı olan 1940'dan alarak Bülent Tanör'ün yaşam öyküsüne geçtik. Beylerbeyi'nde doğup, yoğun ilgi, sevgi ve İstanbul kültürü ile büyüdüğü, aile içinde başlayan genel kültür eğitiminin Galatasaray Lisesi'nde en çok sevdiği Fransızca, Felsefe ve Sosyoloji ile pekiştiği yıllar... Fen dersleriyle pek başı hoş olmayan Tanör'ün Doçent hatta Profesör olduktan sonra bile arasıra gördüğü kabus ile karışık rüya; "akademik barajı geçtiğinin kesinleşmesi için GSL'den eksik kalan fizik sınavına girmesi gerektiği" !
"Beylerbeyi Kültür Cemiyeti"ne katkıları... Arkadaşı Onur Öymen ile birlikte bir yaz tatilinde Alucra ilçesinin "Yukarı Zaapa" köyüne alfabelerle gidip köylü çocuklarına okuma yazma öğretmeleri... Babasının ataşe-militer olarak atanmasından sonra yaz tatillerinde gittiği Belgrad'da Yugoslav gençlerinin yol ve tünel yapımı projelerinde çalışmalarından nasıl da etkilendiği... Yıllar sonra Öget Hanım ile birlikte o tünellerden geçerken bunu anımsaması... Sonra yine beraberce gidip o yıllardaki ilk romantik aşkının kapısını çaldıklarında artık evlenip bir de çocuk annesi olan zamanın balkanlı genç kızının bir saniye içinde "Aaa, Bülent" diye onu tanıması...
İstanbul Hukuk Fakültesi'nde Öget Hanım yeni asistan olmuşken, Anayasa Hukuku sözlü sınavında sırasını kaçırıp sonradan alındığı sınavda herkesi olağanüstü etkileyen Bülent Tanör'ün
1964'de Kubalı kürsününe asistan oluşu...
Bugünkü ilk programda geldiğimiz yer burası... Arada onun çok sevdiği bir Türkçe tango çaldık; Şecaattin Tanyerli'den "Yıllar Var ki"!
******************************************************
26 Kasım 2007, Pazartesi
Kaldığımız 1964 yılından alarak Tanör'ün yaşam öyküsüne devam ettik.
1969'da Doktor, 1977'de doçent ve 1992'de profesör oluşu...
Eserleri...
Son yıllar malum, daha çok üzücü anılar içeriyordu...
Görevden uzaklaşmak zorunda kalmalar, geri dönüşler, Cenevre, Paris, İstanbul...
1402'lik olma durumu...
Öget Hanım, Armağan kitaplarda kendine ait bölümlerde B.Tanör'ün "karakter özelliklerine değinmediğini ancak yaşam öyküsünü özetlediğini" vurgulamıştı. Ben yine de bir adım atıp, başına gelen üzücü durumlarda O'nun bir insan olarak nasıl tepki verdiğini sordum...
Yanıt, "canının sıkıldığı, ama amaçladığı yolda ilerleme bağlamında daha çok kamçılandığı" oldu...
Bu programda Eleni Karandriou'nun "Adagio"su ile ara verdik...
İkinci yarıda çok da ilginç bir haber verdi Öget Hanım. Tanör'ün Türkiye'deki Anayasa hukukçularını mercek altına aldığı çalışmasının "Padişah Albümleri" başlığıyla yakında basılacak olması! Hatta Tanör'ün kendisi de kitapta yer alıyor. Bir anayasa hukukçusu kimliğiyle Tanör'ü, -ikinci armağan kitabını hazırlayan- Mehmet Alkan yazmış...
Programın sonuna doğru, Öget Hanım'ın aklına, yine onun bir "karakter özelliği" geliyor... Tanör'ün artık iyice canının sıkılıp "istifa" etmeye karar verdiği günler... Bir akşam kapı çalınmış, postacı çok kalın bir zarf getirmiş. Zarfta Tanör'ün diploma alan öğrencilerinden gelen resimler ve her birinin törenden sonra ona teker teker yazdığı mektuplar var. Bunları okurken çok duygulanan, hatta göz yaşlarını tutamayan -burada Öget hanım, "onun ağladığına hiç tanık olmamıştım o ana kadar" diye altını çiziyor- Bülent Tanör, o akşam istifa etmekten vazgeçiyor. "İşte o kadar bağlıydı öğrencilerine, onlara duyduğu sevgi, kendi kişisel sorunlarından önce geliyordu, bunu paylaşmak istedim şimdi" diyor Sayın Öget Öktem Tanör...
O'na "merhum" filan gibi lafların hiç yakışmadığını, onun bir "olumluluk kavramı" olarak hep "varolduğu"nu söylüyor ve teşekkür ediyorum...
** * * * * * * * * * *
Bülent Tanör Anısına düzenlenen toplantıyı tekrar anons ederek programı kapatıyoruz...
* * * * * * * * * * * *
Sonra birlikte Taksim'e doğru yürürken, Hocamız yaşarken ona yapılan haksızlıkları protesto için açtığım çevrimiçi dilekçeden sözediyorum... Anımsıyor... Sonra dimdik yoluna devam ediyor... Kendi öğrencilerine doğru...
10 Kasım 2007
12 Kasım 2007, Pazartesi, Açık Radyo'da TUNCER ÜNEY
Internet ve Hukuk Platformu'nun Koordinatörü, Türkiye Bilişim Vakfı'nın Projeler Koordinatörü, Matematikçi ve bilişim dünyasının alçakgönüllü, fakat büyük emekçisi, Türkiye Bilişim Ansiklopedisi'nin baş editörlerinden Tuncer Üney de 2005 yılının 10 Kasım'ında elim bir trafik kazası sonucu aramızdan ayrılmış, 12 Kasım'da da İstanbul'da toprağa verilmişti...
Onun soylu duruşuna yakışır bir anma töreni düzenleyemedik bu yıl, ama yine de onun anısına bir gönderme yapmak istedik...
12 Kasım 2007, Pazartesi günü Açık Radyo'da yayınlanacak "Bilgi Çağının Hukuku" programını ona ayırdık.
Pazartesi sabahı 10.30'da yayına (FM 94.9) girecek programda, Tuncer Bey ile 2002 yılında ve yine bir Kasım günü Açık Radyo'da "e-devlet" konusunda yaptığımız bir röportajı (saygıdeğer ailesinin de izniyle) aynen yayınlayacağız.
Programı dinlerken (İstanbul dışındakiler http://www.acikradyo.com.tr/ üzerinden erişebilir, haftaya da çözülmüş metni buradan paylaşacağız sizlerle) Tuncer Bey'in bundan 5 yıl önce söylediklerinin çoğunun, bugün bile hala güncelliğini koruduğuna tanık olacaksınız... Örneğin sokak adlarının gelişigüzel değiştirilmesinin "bilgiyi öldürmekle eşdeğer" olduğunu belirtmiş. (Nüfus Kanunu vesilesiyle geçen yıldan bu yana yapılan kapı numarası değişikliklerini görseydi nasıl yorumlardı acaba?) Keza Tarihi Kentler Birliği ve Türkiye Bilişim Vakfı işbirliğiyle yapılması planlanan, TKB üyesi belediyelerin e-devlet hizmetlerini kolaylaştırma çalışmaları heyecanla anlatıyor... Hele "devlet" kavramımıza egemen ve değişmesi gerektiğinin altını çizdiği iki paradigmadan da sözetmiş ki bunlardan biri; "her bireyi potansiyel suçlu olarak görme ve düzenlemeleri buna göre tasarlama", şu son günlerdeki uygulamalarla hala "yüzdeyüz" örtüşüyor...
------------------------------------------------
Tuncer Üney ile 25 Kasım 2002'de yaptığım ve bu yıl 12 Kasım'da yine Açık Radyo'da aynen yayınlanan söyleşinin tam metni:
“İnternet ve Hukuk”
25 Kasım ’02 – Pazartesi 16.30 -17.00 -
Hazırlayan ve sunan: Avniye Tansuğ
Avniye Tansuğ: İyi haftalar Açık Radyo’nun sevgili dinleyicileri. İnternet ve Hukuk Programı’nda bugün, İnternet ve Hukuk Platformu Koordinatörü, aynı zamanda Türkiye Bilişim Vakfı Projeler Koordinatörü Tuncer Üney bizimle. Hoş geldiniz Tuncer Bey.
Tuncer Üney: Hoş bulduk, teşekkür ediyorum.
AT: İyi haftalar diliyorum size de. Bugün Tuncer Bey’le e-devlet, e-belediye ve genel anlamda devletin yeniden yapılanması konularına değineceğiz ama bir noktada odaklanacağız ve oradan söz İnternet ve hukuk kavramlarına geçecek. Demin, programdan önce Drama’dan bahsediyorsunuz, Drama Köprüsü’nden, enteresan bir anıydı, isterseniz oradan girelim programa, ne dersiniz?
TÜ: Tabii, olabilir. Benim ilgilendiğim bir konuyla dolaylı olarak ilişkilendirdiğim için onu bir anekdot olarak anlatmaktan memnun olurum gerçekten. Türkiye Bilişim Vakfı’nın Yunanlılar’la kurduğu bilişim alanındaki işbirliği platformları çerçevesinde, Selanik’teki toplantılara gidip gelirken, ki arabayla gidip geliyorduk o zaman, yol üstünde “Drama” sapağını farkettik, yaklaşık anayoldan 20 km. kadar içeride bir yermiş. Drama, bizim kültürümüzde, türkülerimizde geçen bir tarihi Türk kenti olması nedeniyle dikkatimizi çekti ve gidip görmekistedik. Oraya gittiğimizde, türküde Dramalı Hasan’ın adının geçtiği köprüyü merak ettik, acaba hala duruyor mu, görebilir miyiz, diye. Orada tabii ki bize rehberlik edecek kimseyi bulamadık, o kısa ziyaretimiz sırasında, çok fazla da bilgi alamadık ama çok güzel bir mekanda, bir kaynak suyunun üstünde, küçücük bir köprü gördük...
AT: Bir “Drama Köprüsü” buldunuz yani...
TÜ: “Herhalde orasıdır” diye kendi kendimizi teselli ettik ama beklentilerimize de uyan bir köprü olmadığı için biraz üzüntü duyduk. Bu konuyu açmamın nedeni de şu, yerel yönetimlerin isimlendirme konusundaki çalışmalarıyla ilgili. Bu konu benim bundan önceki dönem yerel yöneticilerin seçimiyle dikkatimi çeken bir konu oldu.
AT: Mesela, pardon, sokak adı değişiyor, mekanlar değişiyor, meydanların adları değişiyor, bunu kastediyorsunuz, değil mi?
TÜ: Evet, evet, bunu kastediyorum. Tabii ki belediye yeni yaptığı bir takım alanlara, sokaklara, caddelere, anıtlara, köprülere yeni isimler verebilir, ama, benim bilişim açısından önemli gördüğüm konu, eskiden verilmiş isimlerin değiştirilmesi. Hatta öyle bir haber yansıdı ki gazetelere, seçimlerden sonra, bir kentimizde yeni gelen belediye yönetimi şehirdeki bütün isimleri, sokak adlarını filan değiştirmeyi kararlaştırmış, belediye meclisi böyle bir karar almış ve bu benim çok canımı sıkmıştı. O nedenle konuyla o günden beri yakından ilgileniyorum.
AT: Peki siz, Türkiye Bilişim Vakfı olarak da bir girişimde bulunmuş muydunuz, bu konuda?
TÜ: Hayır, maalesef, bu konuda Vakıf olarak bir girişimde bulunmadık ama ben kişisel olarak bu konuyla ilgili gelişmeleri takip ediyorum ve bunu bu şekilde uygun ortamlarda dile getirmeyi düşünüyordum, bana bu fırsatı verdiğiniz için size teşekkür ederim. Gerçekten bu, bilgiyi öldürmek anlamına geliyor, yani bir eski sokağın adını, bir meydanın adını ya da bir tarihi eserin adını değiştirerek ona yeni bir ad vermek, bu bilgiyi öldürmek anlamına geliyor, kentin tarihini de öldürmek anlamına geliyor. Çünkü bu bilgi, kimse o bilginin hangi kitapta, hangi haritada, hangi anıda, hangi gezi notlarında, hangi turizm rehberinde, edebiyatta o şekilde geçtiğini bilemez. Siz o ismi değiştirmekle, tümüyle burada, bu ana kadar arşivde yer almış bütün bu bilgilerin hepsini öldürmüş oluyorsunuz. Bu, bence, bilginin katledilmesi anlamına geliyor ve bu açıdan bu konuyu çok önemsiyorum. Yerel yöneticilerimize önerim, gerçekten bu konuda çok titiz davranmaları, eski verilmiş isimler ne olursa olsun, onu aynen korumalarıdır. Yeni yapacakları şeylere tabii ki istedikleri isimleri verebilirler, onda hiçbir sakınca göremiyorum.
AT: Tarihi Kentler Birliği üyesi Çanakkale, bu konuda bir proje başlattı, biliyor musunuz? Sokak adlarından kent kültürünü analiz etmeye çalışıyorlar. Gidebildikleri kadar derine inip, Ahmet Bey Sokağı mesela, basit, neden Ahmet Bey Sokağı, Ahmet Bey kimmiş, neymiş, ne yapmış, ne etmiş, gibisinden...
TÜ: Çok güzel, çünkü bu, kentin tarihi demektir.
AT: Kimliği...
TÜ: Kimliği demektir, dolayısıyla hem kentinizin kimliğini yok ediyorsunuz, hem de o bilgilere erişilmesini önlemiş oluyorsunuz.
AT: Tuncer Bey, Avrupa Birliği açısından da bu konu çok önemli, biliyorsunuz. Şimdi son çıkan bir direktif var, kesinleşmedi henüz, o kesinleşince bütün üye ülkeler imzalayacaklar ve bilgiye erişim özgürlüğü yasal düzenlemeleri bağlamında her ülke minimalist bir yaklaşımla ortak bir yasa metnine imza atacak. En azından bir, ne derler, asgari müşterekte buluşturmak için, Avrupa Birliği bunu istiyor ve en önemsenen devlet bilgilerinin başında da bu ulaşım bilgileri, yol, sokak, filan geliyor. Evet, neyse, şimdi gelelim esas konuşmak istediğimiz konuya. “Devletin yeniden yapılanması”, tırnak içinde, bugünlerde hep konuşuluyor. E-Avrupa, e-Türkiye, e-yerel yönetimler geliyor hemen arkasından. Bize kısaca toparlar mısınız bu konudaki yaklaşımınızı?
TÜ: Şimdi, devletin küçülmesi diye bir konu, geçen yıllardan beri konuşuluyor. “Devlet küçülsün” deniyor, ama nasıl küçülecek? Bu sorunun cevabı çok önemli. Dolayısıyla, bunun için iki yaklaşım var, bir, yukarıdan aşağıya yaklaşım, ki o devletin şu anda üstlendiği bazı işlevleri özel sektöre veya sivil toplum örgütlerine devretmesi şeklindedir. Böyle bir küçülme olabilir. Esas küçülme de tabii ki iş süreçlerini yeniden gözden geçirerek ve şu anda çok yavaş işleyen devlet çarklarını hızlandırma yönünde olabilir. Bu da devlette küçülmeyi sağlayabilir. Dolayısıyla, devlet verdiği hizmetlerin her birini, her yaptığı işi, bilgi teknolojilerine dayalı olarak yeni baştan tasarlayıp, en etkin, en verimli, en kısa şekilde nasıl yapabilir, o şekilde bunları gözden geçirmeli ve bu süreçleri yeniden tarif etmeli. Tanım sonunda şu çıkıyor, bu iş süreçlerini yerine getirmek için kaç kişiye ve ne nitelikte kişiye ihtiyaç var, bu ortaya çıkacak ve bu kişilerin dışındaki kişilerin de zaten gereksiz kişiler olduğu devlette anlaşılacak. Dolayısıyla onları başka bir alanda, başka bir işte çalışmaya yönlendirmek gerekecek.
AT: Peki bunu yapmaya kalkışmak dahi bir paradigma değişikliğini gerektirmiyor mu? Niye yapsınlar yani, durduk yerde?
TÜ: Şimdi, tabii ki devletin çarkları çok yavaş işliyor, bunu herkes kabul ediyor, yani devlet kademesinde olanlar da, yahut şu anda hükümette olanlar da bunu kabul ediyorlar. Nitekim ben, yeni partinin, hükümetin hükümet programını da dinledim. Bu konudaki yeniden yapılanma çalışmalarına önem vereceklerini söylüyorlar. Bu herkesin kabul ettiği bir gerçek ama nasıl yapılacağı bence çok daha önemli. Burada, devletin şu andaki iş süreçlerini olumsuz yönde etkileyen iki tane temel paradigma, temel anlayış görüyorum. Dolayısıyla, bu temel anlayışları değiştirerek ancak iş süreçlerinin tanımlarına yeniden başlanabilir. İsterseniz onu biraz daha ayrıntılı olarak aradan sonra konuşalım.
AT: Evet, lafınızı unutmayın, lafınızı müzikle keselim. Hem de hangi müzikle keseceğiz, biliyor musunuz? Burcu Kuğu’ya bakıyorum, teknik masadaki arkadaşımız, evet hazırız. “Drama Köprüsü”!
TÜ: A, çok sevinirim!
AT: Sizin için Fuat Saka kaydını bulduk.
TÜ: Teşekkür ediyorum.
ARA
AT: Evet, “adam öldürmeyi oyun mu sandın Hasan?” diyor Tuncer Üney, Türkiye Bilişim Vakfı Projeler Koordinatörü, konuğumuz, o da diyor ki, “bilgiyi öldürmeyin, bilgiyi öldürmeyi oyun mu sandınız?”. Evet, oyun tabii, çok kolayca öldürüyorlar ve bu türküyü çalmamızın sebebi de, Türkiye’de sıkça sokaklar, meydanlar gibi kamuya açık yerlerin adlarının sorumsuzca değiştirilmesinin Tuncer Üney’in altını çizmesiydi.
TÜ: Evet, protesto ediyorum.
AT: Protesto ediyorsunuz... Peki, Tuncer Bey, paradigma dönüşümü gerekiyor, dedik, değişikliği gerekiyor, dedik, siz “iki temel konu var” dediniz...
TÜ: Evet, bence devletin bugünkü, vatandaşa götürdüğü hizmetler açısından, bürokrasi açısından iki tane değişmesi gereken temel anlayış var. Bunlardan birincisi, uzun yıllardan beri bizim kültürümüze yerleşmiş, yani temel rehberimiz olmuş bir şey. “Önce devlet” denir hep, devlet en üst noktadadır...
AT: “Allah zeval vermesin” denir...
TÜ: ... Ve vatandaşlar ona hizmet etmekle yükümlüdür ve dolayısıyla, “önce devlet” anlayışı hakimdir. Ve bu çerçevede de, devlet katlarında oturanlar da vatandaşa bu gözle bakarlar, yani onları kendilerine hizmet etmekle yükümlü birer kul, köle şeklinde anlarlar...
AT: Haydi “baba-oğul” diyelim...
TÜ: Evet. Ama, temel anlayış bu. Dolayısıyla, bu böyle olduğu zaman da, bir devletin vatandaşlara yönelik bir hizmetinin yerine getirilmesinde hep devlet düşünülerek gerekli işlemler, adımlar, bürokrasi, belgeler, buna göre biçimlendiriliyor. Bu da tabii ki, devlet çarklarının yavaş dönmesinde, vatandaşların bürokrasiden canlarının yanmasına sebep olan bir temel anlayış. Bu anlayışın değişmesi gerekiyor, bu anlayışın tersine dönmesi gerekiyor. “Önce devlet” değil, “önce yurttaş, vatandaş”. Çünkü devlet, bugünkü anlayışta, yurttaşına hizmet etmek için varolan bir kurumdur. Dolayısıyla, bu anlayış çerçevesinde bütün yapılanmasını ve bürokrasisini düzenlemek durumundadır.
AT: Ama önce onların kendini buna inandırması gerekiyor, değil mi?
TÜ: Kuşkusuz. Dolayısıyla, bir devletin yeniden yapılanması söz konusu ise, bu anlayışın önce yerleşmiş olması gerekiyor.
AT: Diğeri ne?
TÜ: Diğeri de bence, yine bunun kadar önemli bir anlayış. O da, Türkiye’de, ülkemizde, vatandaşı potansiyel suçlu olarak görme anlayışıdır. Öyle ki, her yapacağımız işte, hizmette, vatandaş bunun bir açığını bulacak ve bir suç işleyecek. Dolayısıyla, o açığı vermemek için, bütün prosedür üstünde bir sürü önlemler konmaya çalışılır ve de bu da o yapılacak işin bürokratik açıdan çok ağırlaşmasına, basamakların artmasına, vatandaşın bir sürü gereksiz işlemleri, belgeleri doldurmasına, yerine getirmesine sebep olabilir. Bu da bence devletin çarklarının çok yavaş dönmesinin arkasındaki ikinci temel anlayıştır. Halbuki, bunun da önlemi çok basittir, yani önce herkesi suçsuz kabul etmek ve bütün iş süreçlerini buna göre düzenlemek gerekir. O takdirde işler gerçekten çok basit olacaktır, çok kısa sürede çözümlenecektir. Ve bu şekilde kolaylaşacaktır, çarklar hızlı dönecektir. İş süreçlerinin yeniden gözden geçirilmesinde bu anlayış da hakim olursa, o zaman doğaldır ki, işler çok daha kolaylaşacaktır. Bu arada suç işleyen olabilecektir, ama yani yüz kişiden bir kişi suç işleyecek diye 99 kişinin hayatını karartmanın anlamı yok. Dolayısıyla, bundan vazgeçmek gerek. Suç işleyene de gerekli ceza neyse onun verilmesi gerekir diye düşünüyorum.
AT: Peki, zaten bu e-Avrupa, e-Avrupa+, e-Türkiye ve e-devlet projelerinde, vatandaşa sunulacak hizmetler elektronik ortama taşındığında, elektronik ağ üzerinden bu hizmetlere erişim mümkün olduğunda, o olası suç işleme ihtimalleri de ortadan kalkmıyor mu? Hani şu şeffaflaşma prosesi hızlanmış olmayacak mı?
TÜ: Kesinlikle öyle. Zaten bu e-Avrupa, e-Türkiye, onun altında e-devlet kavramlarının arkasında yatan düşünce, temel anlayış bu. Vatandaşa hizmetlerin en kısa yoldan ve İnternet üzerinden götürülmesi amaçlanıyor. Dolayısıyla böyle bir anlayış içinde zaten bu iki paradigma değişikliğini yaptığımız takdirde, bilgi teknolojilerine dayalı olarak çok kısa, net, çabuk işleyen iş süreçleriyle vatandaşa hizmet etme imkanını bulabileceğiz diye düşünüyorum ben.
AT: Tuncer Bey, şimdi siz burada yokken, diğer arkadaşlarımızla, dostlarımızla burada program yaparken, dinleyicilerimizden sürekli takip edenler hatırlar, durmadan biz sizin kulağınızı çınlatıyoruz. Sebebi de, Türkiye Bilişim Vakfı, Tarihi Kentler Birliği, hatta ÇEKÜL Vakfı, arada katalizör olarak, bu üçgen dahilinde, biz sizinle birşeyler planlıyoruz, alttan alta, içten içe. Güzel bir konu bu, yani iyimser sonuçları olabilecek bir girişim. Bunu dinleyicilerimize açıklar mısınız, lütfen?
TÜ: Tabii, memnuniyetle. Bu, demin sözünü ettiğimiz e-Türkiye çalışmaları çerçevesinde merkezi hükümette bir takım çalışma grupları var, onlar değişik konularda merkezi hükümetle ilgili çalışmalar yapıyorlar. Ama doğrudan yerel yönetimleri hedef alan bir çalışma grubu yok. Dolayısıyla biz bu boşluğu dolduracak bir proje üretmeye çalışıyoruz. Bu projemiz de şöyle, bu Tarihi Kentler Birliği, ÇEKÜL ve Türkiye Bilişim Vakfı bir arada, öncelikle Tarihi Kentler Birliği’ne üye belediyelerin ihtiyaçları göz önüne alınarak bir yerel yönetim çözümü üretmek, bunu en büyük belediyeye göre tasarlayıp, ama modüler bir şekilde düşünmek, küçük birimler, modüller şeklinde. Dolayısıyla, bunu projelendirmek ve hayata geçirmek. Bu modüllerden hangileri, hangi belediye tarafından istenecekse, onları kendi belediyesine uyarlayıp kullanabilmesini sağlamak. Böylece, diyelim ki Tarihi Kentler Birliği için, işte 100 belediye mi var şu anda...
AT: 110.
TÜ: ...110 belediye için bu işi ayrı ayrı yapmak yerine, tek elden yapmak, hem zaman, hem para tasarrufu sağlayacak. Yerel yönetimler böylece e-yerel yönetim anlayışına göre kendilerini çok çabuk yeniden organize etme fırsatı , hem de maliyet olarak katlanabilme olanağı bulacaklar. Çünkü aynı işlerin 110 kere yapılması söz konusu. Bu da hem zaman, hem de para olarak çok büyük boyutlara ulaşıyor, zaten Tarihi Kentler Birliği’ne üye küçük belediyelerin bu türlü giderleri kaldıracak olanakları yok, bütçeleri çok kısıtlı. O nedenle, küçük belediyeler açısından bunun çok büyük bir fırsat olduğunu düşünüyorum.
AT: Öte yandan, Tarihi Kentler Birliği’nin zaten ülke genelinde yerleşik bir örgütlenmesi var, umarız bu iki konu tez zamanda sinerjik bir şekilde hayata geçer. Süremiz doldu Tuncer Bey, çok çok teşekkür ediyorum, zahmetleriniz için. Sizi daha sık bekliyoruz, bu özellikle sonuncu projeyi anlatmanız için. Söylemek istediğiniz bir şey var mı, kapatmadan?
TÜ: Hayır, teşekkür ediyorum, bu fırsatı verdiğiniz için.
AT: Estağfurullah, iyi günler sayın dinleyiciler.
5 Kasım 2007
5 Kasım, Pazartesi, Açık Radyo'da Av. Vedat GÜRER ile yargıç ve savcılar
Arada yine "Beattles Go Baroque" albumünden "We Can Work It Out" çalındı...
3 Kasım 2007
İRAN'LI "BLOG" ÖNCÜSÜ HÜSEYİN DERAKŞAN ALEYHİNE DAVA AÇILDI!
Posted October 31st, 2007 by Sam Bayard
in
Canada
CDA 230
Defamation
Legal Threat
Text
Hossein Derakshan, an Iranian-born blogger based in Toronto, reported yesterday that he had been sued for defamation in a Canadian court. Derakshan is a prominent figure in the history of the Iranian blogosphere. In 2001, he developed the technological solution that enabled Iranian bloggers to blog in Persian and published a widely-used set of instructions on "How to make a blog in Persian" using Blogger.com's free service. (For more information on Derakshan and the Iranian blogosphere, see Wikipedia's entry on "Iranian blogs" and Meron Rapoport's article, "King of the Iranian Bloggers," on Haaretz.com.)
The lawsuit is just the latest chapter in a dispute that began this summer. In late July, counsel for Mohammed Mehdi Khalaji, a fellow at the Washington Institute for Near East Policy, sent a letter to Derakshan, his domain registrar (GoDaddy.com, Inc.), and his hosting service (Hosting Matters, Inc.). The letter complained of defamatory statements allegedly made in a number of Derakshan's Persian-language posts in October 2005. According to the translation from Persian attached to the letter, these posts claimed that Khalaji was working for a right-wing think tank that openly supported the policy of "regime change" in Iran and was "giving ideas to the cruelest and dirtiest enemies of Iran and humanity." The letter also appears to take issue with a claim that Khalaji was "the only Iranian who has worked for both Khameni's office and Dick Cheney's, who intends to bomb Khalaji's former office building plus thousands of men, women and children living in the surrounding area." (Derakshan disputes the accuracy of the translations and Khalaji's interpretation of his statements.)
Khalaji's letter indicated that GoDaddy and Hosting Matters (both U.S. companies) were "implicated in the activities conducted [on Derakshan's blogs]," and that Khalaji's claim extended to these companies as publishers. It demanded that the recipients take down the offending posts, publish a letter of "contrition, apology, and retraction," and pay Khalaji $10,000. After a lengthy back-and-forth between Derakshan and Hosting Matters, the hosting service terminated Derakshan's accounts, and he moved his blogs to another hosting service. The blogs went back up after a few days, apparently with the disputed posts still in place.
Khalaji sued Derakshan in the Ontario Superior Court of Justice on October 19. It does not look like Khalaji pursued further action against Hosting Matters or GoDaddy. This is somewhat surprising given that Derakshan probably doesn't have the $2,000,000 in requested damages and Canadian law does not have an analog of CDA 230 (47 U.S.C. § 230(c)), which insulates service providers in the United States from liability for the statements of "another information content provider." But it's a truism by now that lawsuits of this kind are motivated more by a desire for personal vindication than for money.
This is a fascinating and difficult case because the statements fall into a grey area between spirited political argument and personal attack. It seems to me that most of the complained of statements are either opinion or hyperbole, and a reasonable reader likely would understand them to be so. But courts, at least courts in the United States, examine statements of opinion to determine if they are based on or presume underlying facts. If they do, they can still be actionable. We'd love insight from our readers on how Canadian libel law might change the analysis.
Kaynak: http://citmedialaw.org/blogger-hossein-derakshan-sued-defamation-canada
29 Ekim 2007
29 Ekim, Cumhuriyet Bayramında Av. Vedat GÜRER
24 Ekim 2007
22 Ekim Pazartesi, Açık Radyo'da: Prof.Dr. Ülkü AZRAK
- İnsan hakları ve Yargı
- Türkiye'de ve Almanya'da yargı bağımsızlığı.
Kişilerle devlet organları arasındaki ilişkileri düzenlemesi ve "iktidarın eseri" olması açısından kamu hukukunun önemini tartışan Forum'daki bildirisini ikinci başlık altında sunan Prof. Dr. Azrak, özellikle son dönemlerde ülkemizdeki "garip" hukuk uygulamalarından da hareketle, bizim programda "hukuk öğretimi"ne odaklandı. Felsefe ve Mantık gibi önemli derslerin zorunlu olmaktan çıkarılmasıyla Ortaöğrenimin düzey kaybettiğini, felsefi bazdan yoksun öğrenciye de 4 yıllık hukuk öğretiminde bu yüzden yeterli formasyon verilemediğini belirten Azrak, "hiç değilse" kaydıyla daha etkin bir hukuk öğrenimi için şunları önerdi:
a- Hazırlık sınıfı
b- Hukuk mezunlarına diploma verilmeden önce 2 kademeli devlet sınavı
Prof. Dr. Azrak, eksik bilgili yargıç ve savcıların yorumlarının da yanlış olmasının kaçınılmaz olduğunu, yanlış yorumlarla yapılan uygulamaların, alınan kararların ise Yargıtay'da da bazen düzeltildiği, bazen de düzeltilemediğine dikkat çekti. Medyadaki tekelleşme ve siyasi iktidar baskısının da insan hakları öğretimindeki zaafı körükleyen unsurlardan biri olduğunu belirten Azrak, özellikle bilgi çağında hukukçuların "bilgi-okuryazarı" da olması gerektiğini, bunun ifade özgürlüğü, çevre ve bilgi edinme hakları başta olmak üzere "insan hakları"nın öğrenilmesi, kullanılması ve uygulanması açısından gerek üniversitelerde gerekse uygulamada hayati önem taşıdığını vurguladı.
-Programın müzik arasında Johhny Mitchell'den Displays" çalındı...-
18 Ekim 2007
Açık Radyo'da 8 ve 15 Ekim: Av. Fikret İlkiz ile "ANAYASA" ve "GÜNCEL HUKUK" Dergisi
İlkiz, ilk kez 12 Eylül 2007'de yapılan bir basın toplantısı ile duyurulan, DİSK öncülüğünde başlatılan ve KESK, TMMOB, TTB, TÜRMOB, T.DİŞ HEKİMLERİ BİRLİĞİ ve T. ECZACILARI BİRLİĞİ'nin katılımıyla sürdürülen “Özgür ve Demokratik Bir Türkiye Yolunda YENİ ANAYASA” kampanyası ile ilgili bir toplantıdan (3 Ekim 2007) yeni dönmüştü. İlkiz'in de aralarında olduğu ve Prof. Kaboğlu, Prof. Dr. Yılmaz Aliefendioğlu, Prof. Dr. A. Ülkü Azrak, Prof. Dr. Ioanna Kuçuradi, Prof. Dr. Mesut Gülmez, Prof. Dr. Naz Çavuşoğlu, Doç. Dr. Bertil Emrah Oder, Dr. Abdullah Sezer, Dr. Tuncer Özyavuz'dan oluşan "Akademik Kurul" gün boyu çalışmıştı... Av. İlkiz toplantıda tartışılanları Açık Radyo dinleyicileriyle paylaşırkan, Anayasa'nın değişiminde "inter-disipliner" bir yaklaşımın gereğine de dikkat çekerek, felsefeci, ceza ve idare hukuku uzmanlarının da içinde olacağı bir "Kurucu Meclis"in gereğini vurguladı...
15 Ekim Pazartesi yine Av. İlkiz ile birlikte idik. Bu programın konusu da "Güncel Hukuk" dergisiydi. Hukuk öğrencileri ve uygulamacıları için çıkarılan derginin 46. sayısına ulaşılmış olmasını kutladık!
46. sayının kapak konusu "Nasıl Bir Anayasa İstiyoruz" idi!
"Güncel Hukuk"un web sitesinde sadece konu başlıkları ve içerik özetine ulaşılabiliyor.
Program sırasında bu noktaya değindik, ama o sırada söylemeyi unuttuğum bir şeyi buraya eklemeliyim! Derginin kendisine ulaşamayanlar, dünyanın heryerinden "cüz'i" bir ücret karşılığında www.emecmua.com üzerinden okuyabiliyor!
1 Ekim 2007
1 Ekim 2007, Açık Radyo'da: Prof.Dr.Ülkü AZRAK ile "Başbakanlık Anayasası"!
Prof. Azrak, önce Avrupa ve dünya anayasa hukuku açısından bir ülkede "yeni bir anayasa"nın sözkonusu olduğu durumları açıkladı: "Köklü rejim değişiklikleri" ya da "darbe"ler. Sonra Türkiye'de bu bağlamda yapılan anayasaları özetledi. '61 Anayasası'nı "Cumhuriyet'in ikinci anayasası", '82 Anayasası'nı da "darbe" anayasası olarak nitelendiren Prof. Azrak Türkiye'de yeni bir anayasa yapılması için bir neden olmadığını vurguladı. Peki nereden çıkmıştı şimdi böyle bir gündem maddesi o zaman? Azrak'a göre bu siyasi iktidarın bir "taktik"inden başka bir şey değildi. Mevcut anayasayı "Seçmenine sunmak istediği kılık kıyafet sorununa köklü çözüm, üniversitelerin yönetimini zapt-ü rapt altına almak, yargıyı yürütme lehine yeniden düzenlemek" gibi konularda değiştirme önerileri sunmaya kalkışıp, muhalefete baştan hedef olmak yerine gündeme bir "yeni anayasa" konusu getirerek tartışmayı genelleştirme taktiği...
Programın ikinci yarısında Prof. Dr. Azrak, '82 Anayasası'nı temel alan ve şu anda ortada dolaşan taslakta hiç bulunmayanlara ve yeni eklenenlere değindi. Sosyo-ekonomik açıdan çok önemli bulduğu ve yeni taslakta yer verilmeyen konuları özetle şöyle sıraladı:
- DPT kaldırılmış, demek ki ekonomi artık plansız olacak!
- YAsama-Yürütme ve Yargı "Denge"si bozulmuş
-"Kişi dokunulmazlığı", "kişi hürriyeti ve güvenliği" kaldırılmış,
-Konut hakkı yok,
- "Tüzük"ler yok,
-Yüksek Askeri Mahkemesi ve "ordu" sözcükleri geçen hemen herşey kaldırılmış, Genel Kurmay Başkanı'nın nasıl seçileceği konusu boşlukta,
-Kamu görevlilerinin toplu iş sözleşmesi hakkı yok,
- İşçinin işletmeye katılım hakkı yok,
-Kadınlar yok...
Yeni eklenenler ise:
- "Türban serbestisi", (Prof. Azrak, bu konuda "5 ihtimalli düzenleme" öneren bir anayasa hazırlama kurulunun söylenegeldiği gibi "Bilim Kurulu" diye adlandırılamayacığını, çünkü "bilimsel gerçeğin 1 seçeneği olduğunu, birden çok olduğunda bilimsellikten de çıkacağı"nı vurguladı)
- Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçiminde TBMM'e daha çok yetki,
- Danıştay üyelerinin bir kısmının Bakanlar Kurulu tarafından seçimi,
- Y.Ö.K'ün etksizleştirilmesi, böylece "özerk"liği kaldırılmış üniversitenin bilim kurumu olmayacağı,
- Tahkim (94. md) konusu, dolayısıyla kamu denetiminin dejenerasyonu,
-Hakim ve savcıların idari bakımdan Adalet Bakanlığı'na bağlı kılınması...
Prof. Dr. Ülkü Azrak, son söz olarak, daha çok "ABD başkanlık sistemi"ne öykünmekle birlikte ortaya çıkan yeni anayasa taslağının "o bile olmayıp", olsa olsa bir "başbakanlık anayasası" olarak adlandırılabileceğini söyledi...
Program arasında "Romano Drum"dan, "Conca Melpe" dinlendi...
28 Eylül 2007
"28 EYLÜL": ULUSLARARASI BİLGİ EDİNME HAKKI GÜNÜ
Uluslararası Bilgi Edinme Hakkı Günü 2007, ("Right to Know Day") dünya üzerindeki tüm demokratik toplumlarda, bilgiye erişim hakkının önemine dikkat çekmek amacıyla 5. defa çeşitli ülkelerde kutlanıyor. Kutlamalarla ilgili ayrıntılı bilgi için http://www.foiadvocates.net/rkd07.php adresine bakınız. BilgiEdinmeHakki.Org kamuoyunu Bilgi Edinme Hakkı Kanunu'nun kullanımı ile ilgili bilgilendirmek amacı ile 2004-2006 kullanım istatisklerini içeren özet bir çalışmayı Flash presentasyon formatında yayınladı.
18 Eylül 2007
14 Eylül 2007
Açık Radyo'da 10 Eylül - 17 Eylül
17 Eylül Pazartesi tekrar konuğumuz olacak. Bu kez Av. Gökhan Ahi de ona katılacak ve geçtiğimiz haftalarda 5651 sayılı kanun çerçevesinde yapılan yönetmelik tartışmaları hakkında bilgi verecekler...
Tırk.Internet.com'da 5651 sayılı kanunun gelişim aşamaları hakkıda yararlı bir kronolji de burada!
27 Ağustos 2007
27 Ağustos Pazartesi: Av. FİKRET İLKİZ
22 Ağustos 2007
20 Ağustos 2007 Pazartesi Açık Radyo'da: Av. VEDAT GÜRER
14 Ağustos 2007
DİSİPLİNLERARASI "HUKUK TASARIMCILARI"
"...hukuk teknisyenleri yerine hukuk mühendisleri yetiştirebilirsek hukuk disiplini açısından bu özgüven sarsıcı ifadeleri unutabiliriz. Bu kavramların farkını zaten etimolojik yapıları anlatmakta. Avrupalılar buna hukuk mimarisi ve hukuk mimarları diyorlar..Kanımca en doğru söz ise hukuk tasarımcıları. Peki nedir hukuk yaratıcısı ve hukuk tasarımcısı` Dar anlamda hak ve yükümlülüklerin oluşturduğu sistematik yapıyı oluşturan yasakoyucu ve bazen erkler ayrılığı sisteminin tam olarak sağlanamadığı durumda veya siyasal bilim ekonomisinin gerekliliği olarak yargı ve yürütmenin katılımı ile oluşan hukuk ve de bunun için oluşturulacak politikalar ve toplumun ve hukukun karşılıklı etkileşimde yaratılmak istenen çağdaş düzlemde tasarımı. Hukuk tasarımı anlaşılacağı gibi sadece çok iyi hukuk bilerek yapılabilecek bir iş değildir. Siyaset bilimi, sosyoloji, sosyal psikoloji, kriminoloji, sosyal antropoloji ve felsefe gibi birçok disipline hakim olunması ve gerektiğinde interdisipliner çalışmalar yapılması gerekir. Böylece, oturmuş klasik dar görüşlerin açısından tüm bilinenlerin dışına çıkmak, yepyeni ufuklarla donanmak mümkündür..."
Bu deyimi çok sevdim. Öyle ki alıntılamak için izin bile almadan buraya koyuyorum. Affola. Yazının başı ve devamı burada!
4 Ağustos 2007
2 Ağustos 2007
6 ve 13 Ağustos Açık Radyo'da: Av. Ceylin BEYLİ
6 Ağustos ve 13 Ağustos Pazartesi programlarının konuğu Avukat Ceylin Belli. Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdikten sonra Leeds Üniversitesi (UK) Siber Hukuk bölümünde LL.M (hukuk "master") çalışmasını tamamlayan Beyli, 4 yıldır bir hukuk bürosunda avukat olarak çalışıyor. Onunla kişisel verilerin korunması konusundaki kanun taslağının eski ve son versiyonları hakkında konuşuyoruz ilk programda. İkinci program ise bilgi çağının hukuku konusunda "eğitim"e ayrılıyor...
İlk programda Mary Martin ve Patricia Neway'in söylediği "My Favorite Things", ikincisinde Miles Davis'in "So What" parçalarını dinleyeceğiz!
30 Temmuz 2007
30 Temmuz Pazartesi: Av. Vedat GÜRER ile SOHBET
Arada Queen, "Under Pressure" çalındı!
22 Temmuz 2007
"BİLGİ ÇAĞININ HUKUKUNA GENEL BAKIŞ"... A.Tansuğ, Bilgi Çağı Dergisi, Temmuz 2007 (*)
Alt yapıdaki değişim, nasıl “ikame, yayılma” ve “dönüşüm” aşamalarından geçilerek hayata geçiriliyorsa[i] onun biçimlendirdiği bir üst yapı kurumu olarak “hukuk” da aynı aşamaları izliyor. Endüstri devriminin, tarım toplumu hukuk düzeninin değişmesine yol açması gibi bilgi ekonomisi de endüstri toplumunun hukukunu şimdiden zorluyor. Bilgi ekonomisinin ürünleri, yakınsanmış iletişim teknolojileri aracılığıyla, hangi gelişmişlik düzeyinde olursa olsun dünyanın her yerinde, toplumları kendine “taraf” kılıyor. Buna “yenilikçilik” de eklendiğinde, bir taraf lehine artan “rekabet edebilirlik”, diğer tarafı iyice “edilgin tüketici” haline getiriyor. Ancak aynı “yenilikçilik”, az gelişmiş çoğunluk içinden bunu farkedip doğru politikalarla harekete geçebilenleri, “edilgin tüketiciler” olmaktan çıkarıp “üreticiler”e dahil edebilen bir fırsat. Yale hukuk profesörü Jochai Benkler (2006) [ii], ister zengin ister fakir ülkelerden olsun, sermayesi “zihinsel emek”, ürünü “bilgi” olan ve “yenilikçi bir eko-sistem” içinde ağlar yoluyla birbirleriyle etkileşime giren “bilgi endüstrisi üretici”lerinden çok umutlu. Onların merkezi piyasalara bağımlı olmayan üretim biçimlerinin yaratacağı yeni değerlerin, endüstri dönemi hukukunu da tüm insanlığın yararına dönüştüreceğine inanıyor.
Erken yola çıkanın hukuku mu?
Şurası açık ki bilgi çağının hukukuna, bilgi ekonomisinin altyapısını kuran toplumlar yön vermekteler. Bu alanda erken yola çıkan ABD -özellikle Clinton döneminde- bilgi ekonomisinin hukukunu oluşturmada önemli adımlar attı. Öte yandan Birleşmiş Milletler, OECD, Dünya Ticaret Örgütü gibi kuruluşlar tip düzenlemeler ortaya koyarak küresel ekonomiyi yaygınlaştırma çabalarını sürdürüyorlar. Avrupa Birliği’nin de 2000’li yıllardan başlayarak gündeme getirdiği, hem altyapısal hem üstyapısal köklü değişim ve dönüşüm programlarının temelinde, üye devletleri bilgi ekonomisinin “edilgin tarafı” olmaktan çıkarmak kaygı ve telaşesi var. Avrupa Birliği, hepsi “Avrupalı” olsalar da başta hukuk düzenleri olmak üzere üstyapıda farklı kültürel yaklaşımlar sergileyen “üye”lerini, ortak kurallarda birleştirebilmek için, her topluma uyarlanabilecek düzenlemeler yaparak “minimalist” bir tutum izliyor. Bir taraftan da küresel rekabete karşı, AB vatandaşlarının kişisel verilerinin transferi konusunda olduğu gibi, “hukuk”u bir kalkan olarak kullanıyor. [iii]
Bir kamusal alan olarak Internet
Ağırlıklı olarak “küresel elektronik ticaret” bağlamında seyreden ve daha çok “özel hukuk” düzenlemelerini ilgilendiriyormuş gibi gözüken bilgi çağı hukukunun, aslında hem kamu hukuku ile kesişen hem de evrensel insan hakları hukuku alanına giren çok önemli boyutları var. İfade özgürlüğü, bilgiye erişim özgürlüğü gibi üçüncü kuşak haklar geniş ölçekte bir kamusal alan olarak Internet ortamında kullanılabilirken, “9/11” hadisesinin ardından başlayan sınırlamacı eğilimler ve kişisel bilgilerin gizliliğinden “feragat” gerektiren yaklaşım, kıta Avrupası hukuku ile Anglo-Sakson hukuku arasında teoride ve pratikte gerilimlere yol açıyor.
Bu olgu, bilgi çağının hukukunun biçimlendirilmesinde “Internet’in yönetimi ve yasal düzenlenmesi gibi” çok hayati bir gündem maddesinin ortaya çıkmasının da en önemli etkenlerinden biri. Aynı olguyla birlikte yasal düzenleme yaklaşımları da değişiyor, dönüşüyor. Dr. Yaman Akdeniz (2003) “Beyaz Kitap”ta[iv] Internet’in “ulusötesi, merkezi olmayan ve sınır tanımayan” doğası gereği, bu küresel ortamdaki ilişkileri ve işlenen suçları “hiç bir devletin tek başına ve yeterli düzeyde düzenleyemeyeceğini, bu yüzden, devletlerin, kendi hukuk politikalarını bilgi çağının alt yapısına paralel olarak çağdaşlaştırmaları gerektiği”ne dikkat çekiyor. Dr. Akdeniz, yasal düzenlemeler alanında devletin rolü her ne kadar hâlâ hayati öneme ve yönlendirici niteliğe sahip ise de çağın gereği, devletin yasa yapmadan önce “risk çözümlemeleri” yapması, tek başına yasal düzenleme yerine; “işbirliği”, “koordinasyon”, “danışma”, “birlikte düzenleme” ve “öz-düzenleme” gibi yeni kavramlara daha fazla önem vermesini salık veriyor. Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu’nun “Internet Üzerinde İletişim Özgürlüğü Bildirgesi”nde [v] de benimsenen Politika sürecinin açık ve saydam olmasını, ilgili tüm tarafların görüşlerinin sürece katılmasını da gerektiren bu “çok katmanlı” yaklaşımın uygulanması her toplumun kendi kültürüne göre farklılıklar arzediyor.
Kültürel farklılıklar ve yeni hukuk
Üst yapıları bilgi çağına uyarlanmakta olan toplumlarda bu farklılıkları hukukun hemen her alanında görmek mümkün. Örneğin “bilgiye erişim” hakkı ABD’de “şeffaflık ve hesap sorulabilirlik” bağlamında ve bir “özgürlük” olarak ele alınırken, Avrupa Birliği konuyu “kamunun elindeki bilgileri –hem de bir an önce!- ekonomik dolaşıma sokma hakkı” bağlamında gündeme getiriyor. Hatta kimi Avrupa devletleri, örneğin Birleşik Krallık, kendini bunu yapması umulan “özel sektör”e bir rakip gibi görüp, “bilgi”yi vermekte cimri davranarak, AB’nin bilgi ekonomisi hedeflerine hızla ulaşmasını da geciktirebiliyor. “Gizlilik kültürü”nün baskın, devletle birey arasındaki mesafenin “uzun” olduğu toplumlar da bu konuyu toptan görmezden geliyorlar. [vi]
Keza, ceza hukuku alanında Internet’te işlenen suçlardan hangisinin düzenlenmesine öncelik verileceği toplumdan topluma değişiyor. Sonuncusuna ülkelerin egemenlik haklarına klasik yaklaşım paradigması ile insan hakları savunucusu sivil toplum örgütlerinin haklı muhalefeti de eklenince, örneğin Avrupa kökenli bir “Siber Suçlar Konvansiyonu” yıllardır uygulamaya geçemiyor. Küresel bir düzenleme olması amaçlanan bu Konvansiyon [vii] insan hakları ve ceza hukukunun temel ilkeleri açısından gerçekten de “sakıncalı” düzenlemeler içerdiği için “hukukun üstünlüğü”ne bağlı klasik Avrupa demokrasileri tarafından hemen imzalanmadığı ya da çekince konarak imzalandığı halde, “9/11 sonrası ABD’si” ile AB’ne yeni giren Sovyetler sonrası devletler tarafından “gözü kapalı” imzalanabiliyor...
Internet gerçekten “sınırsız” mı?
Internet’in doğası gereği “ulusötesi, merkezi olmayan, sınırsız” özellikleri geniş çaplı kabul görmüşken, Goldsmith ve Wu (2006) [viii] ise “Internet’i Kim Denetliyor: Sınırsız Bir Dünya Yanılsamaları” başlıklı ortak kitaplarında Internet’e yakıştırılagelen “sınırsız”lığın tam bir yanılsama olduğunu, günümüzde ekonomik bakımdan kim güçlü ise Internet’i de kendi sınırları içinde ve hatta ötesinde onun denetim altında tuttuğu savını ileri sürüyorlar. Harvard hukuk profesörü Goldsmith, “güç blokları” diye nitelendirdiği bu ülkelerin şimdilik “ABD, Avrupa’nın kuzeyindekiler ve Çin” olduğunu vurgularken, zamanla bunların dışındaki blokların devreye girmesinin “soğuk savaşın bir teknolojik versiyonu”nun başlangıcı ile eşanlamlı olacağını belirtiyor.
İşte bir değişik yaklaşım daha!
Sonuç olarak, bilgi çağının hukukunu yaratacak olanların alt yapıda yaşanan çok boyutlu değişimi anlamak ve izleyebilmek için öncelikle bilgi okur-yazarı olması ve disiplinlerarası bir yaklaşımı benimsemesi kaçınılmaz görünüyor...
******************
[i] Eczacıbaşı, F., “Değişebilenler Dönüşebiliyor”, Bilgi Çağı Dergisi, Mayıs, 2007 http://www.bilgicagi.com/sayi33/
[ii] Benkler, J., “The Welfare of Networks: : How Social Production Transforms Markets and Freedom”, ISBN-13: 978- 0-300-11056-2 , Yale University Press, 2006, http://www.benkler.org/
[iii] Tansuğ, A., “AB’nin yeni ekonomik silahı: “Veri Saklama Hukuku”, Güncel Hukuk Dergisi, Nisan 2005
[iv] Akdeniz, Y., “Beyaz Kitap - Internet’in Çok Taraflı Yönetimi: Türkiye’deki Politika Yaratma Sürecinin Çağdaşlaşmasına Doğru”, ISBN: 975-6797-44-4, TBV Dizisi:1, Papatya Yayıncılık, 2003 http://www.papatya.gen.tr/beyazKitap.htm
[v] “DECLARATION on freedom of communication on the Internet”, 28 May 2003 https://wcd.coe.int/ViewDoc.jsp?id=37031
[vi] Bu konuda Türkiye’deki uygulama için: http://www.bilgiedinmehakki.org/
[vii] Konvansiyon’un Türkçe metni: http://www.ivhp.net/ “Bilgi Belge” / “Avrupa”
[viii] Goldsmith, J., and Wu, T., “Who Controls the Internet? Illusions of a Borderless World”, ISBN: 13: 978-0-19-515266-1 ISBN-10: 0-19-515266-1, Oxford University Press, 2006
(*)
23 Temmuz Pazartesi:Doç.Dr. Tekin Memiş ile "Eğitim"
6 Temmuz 2007
"GÜNCEL HUKUK" DERGİSİNDE "5651"
5651 sayılı “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun hakkında...
Açık Radyo’da yaptığımız “Bilgi Çağının Hukuku”nun üç programını bu konuya ayırdım, hala konuşup tartışılacak alt başlıklar var. Burada yalnızca kanunun yapılış tarzını eleştirmek istiyorum. Neden bu kadar acele bir düzenleme? Oysa Lizbon Stratejisi kapsamında 2000 yılından itibaren başlatılan “Daha İyi Düzenleme Çalışmaları”na paralel olarak, bizim Başbakanlıkta da 2004 Kasım’ında bir “çalışma grubu” oluşturulmuş... 2006 Şubat’ında yayımlanan “Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik”in 24 üncü maddesinde, “17/2/2007 tarihinden itibaren hazırlanacak kanun ve kanun hükmünde kararnameler ile Başbakanlıkça uygun görülecek diğer düzenleyici işlemler için ‘Düzenleyici Etki Analizi’ yapılması” (DEA) öngörülmüş. 3 Nisan 2007 tarihli Resmi Gazetede buna ilişkin bir rehbere de yer veren bir genelge yayınlanmış...
Bütün bunlar “Internet yayıncılığı” gibi çağdaş bir alanın düzenlenmesine uygulanmayacaksa nereye uygulanacak? Bir DEA yapılsaydı belki “kanun”a gerek kalmayabilirdi.
“Daha kötüsü de olabilirdi, Zimbawe’de yeni çıkan ‘İletişimi Kesme Kanunu’ gibi ” diyenler de çıkabilir tabii!
9 ve 16 Temmuz Pazartesi: Dr. Yaman Akdeniz
9 Temmuz ve 16 Temmuz Pazartesi günleri yayınlanacak olan programların konuğu şu sıra Türkiye'de bulunan Dr. Yaman Akdeniz. Leeds Üniversitesi (Birleşik Krallık) Siber Hukuk biriminin ve "Siber Haklar- Siber Özgürlükler" ("Cyber-Rights.Org") sivil toplum örgütünün kurucusu Dr. Akdeniz ile bu Pazartesi bilgi çağınının hukuku, bu konuda bilgilenmek isteyenlerin seçenekleri ve bu bağlamda Türkiye'deki durumu tartışıyoruz. Bilgi çağınının hukukunun ayırdedici özelliğinin esasen çağdaş düzenleme yöntemleri olduğunu vurgulayan Akdeniz, 5651 sayılı kanunu da bu ölçütlerin hiçbirine uymadığı için eleştiriyor.
16 Temmuz'da yayına girecek programda da onun uzmanlık alanlarının başında gelen çocuk pornografisine odaklanılacak...
İlk programda "Elvis Costello & The Attractions" albümünden "Accidents Will Happen", ikincisinde "Folk Devils"den "Moral Panic" parçalarını dinledik!
3 Temmuz 2007
29 Haziran 2007
25 Haziran 2007
25 Haziran 2007: DNA Bankası
Bahsi geçen site bağlantıları:
Türk Tabibler Birliği görüşü,
ABGEDER görüşü...
14 Haziran 2007
18 Haziran Pazartesi: Doç.Dr. TEKİN MEMİŞ'LE "BİYOTEKNOLOJi ve HUKUK"
Başta "insan" denen canlı olmak üzere teknolojinin yaşamın her alanını inceleme, araştırma ve yenilikçiliğe alan hazırlaması biçimde özetlenebilecek biyoteknoloji ile hukuk niçin ilgileniyor? Doç. Dr. Memiş, bu sorunun yanıtını üç alanda topladı. a) "İnsan hakları hukuku": Kişilik hakları, kişinin kendi genetik bilgilerini bilme ve bilmeme hakları, kişisel bilgilerin gizliliği konuları, b) "Patent hukuku": Keşif ve buluş arasındaki fark, keşiflerin patentlenemeyeceği sorunu, başta ilaç ve silah endüstrileri olmak üzere yaşamı patentleyip para kazanma aracına dönüştürme eğilimleri tehlikesi (Memiş, ABD'li bir firmanın Hindistan pamuğunun patentini alıp sonra Hintli'lerden tazminat alışını örnek verdi, Çin'de de bu yolda alınan bir önlem var şurada!), c) "Sigorta hukuku": Genetik özelliklerine göre insanları sigortalamaktan kaçınma...
Memiş, Clinton'un GENOM projesini başlatırken "Tanrı'nın konuştuğu dili çözeceğiz" yollu konuşmasından sözettiğinde, benim de aklıma Dawkins ile Prens Charles arasındaki tartışma geldi.
Hızla akıp giden söyleşide sıra tam DNA veri bankalarına gelmişti ki 25 dakikamızın bittiğini farkettik! Türkiye'de de bu yolda hazırlanmış bir kanun tasarısı var!!!
Arada The Looper'dan "Modem Song" dinlendi...
7 Haziran 2007
11 HAZİRAN 2007: Başak Er ile Bilgi Edinme Hakkı Hakkında...
24 Mayıs 2007
28 MAYIS: LEYLA KESER BERBER ile INTERNET KURULU
Konuk: Leyla Keser Berber. Y.Doc.Dr. Bilgi Universitesi.
Berber, "Internet Kurulu"nun yasal düzenlenmesi amacıyla hükümetin talebi üzerine Dr. Yaman Akdeniz ile birlikte hazırladıkları çalışmanın ayrıntılarını ve 5651'deki "Kurul"un bu çalışmayla önerilen yaklaşımın ne kadar uzağında olduğunu açıkladı.
4 Haziran 2007, Pazartesi programında da yine Leyla Keser Berber konuktu. Bu kez, Türkiye'de bilgi ve iletişim teknolojileri hukuku alanında verilen eğitim hakkında konuştuk. İlginç nokta, "Adli Bilişim" konusunda çalışmalarını derinleştiren, bu konuda kitap da yazan Berber'in yürürlükteki mevzuat çerçevesinde bu teziyle "doçent" unvanını Türkiye'de alamayacak oluşuydu. YÖK mevzuatı bu bağlamda en yeni hukuk dalı olarak "çevre hukuku"nu kabul ediyor, "interdisipliner" bir alan olduğu gerekçesiyle "bilişim" (bu terimle konunun sınırlandırılmasına karşı olduğumu da söyleşi sırasında belirttim) hukukunda doçentlik/profesörlük unvanı vermeyi kabul etmiyor...
Leyla da bu konuda bir yandan hukuki yolları denerken bir taraftan da yurtdışında doçent olup dönmeyi planlıyordu...
13 Mayıs 2007
14 MAYIS PAZARTESİ- Av. GÖKHAN AHİ ile 5651 SAYILI YASA
4 Mayıs 2007
7 MAYIS: AV. VEDAT GÜRER İLE YENİ TİCARET KANUNU
AÇIK RADYO'DA "BİLGİ ÇAĞININ HUKUKU" - İlk program: 30 Nisan 2007
İlk programı 30 Nisan 2007, Pazartesi günü İvHP Yürütme Kurulu Üyesi, Av. Fikret İlkiz ile birlikte yaptık.
Programın birinci yarısında bir geriye bakış yaparak Türkiye'de Internet'in yasal düzenlenmesindeki yaklaşımların üzerinden geçtik, İvHP'nun da kurulmasına neden olan gelişmeleri gözden geçirdik. O neden şuydu:
90’lı yılların sonundan başlayarak, ülkemizde de İnternet’in toplum yaşamında giderek daha fazla yer almasına karşılık, temel yasal düzenlemelerin yapılmamış olmasının bazı sorunlar doğurduğu, gelişmelerin önünü açıcı düzenlemeler yerine, “yasaklayıcı düzenlemeler” yapma eğilimi gösterildiği, bu tür düzenlemelerin nasıl yapılması gerektiği, bu alandaki uluslararası yaklaşımın neler olduğu konularının kamuoyunun gündemine getirilmesi zorunluluğu. İnternet ve Hukuk Platformu (İvHP), böyle bir ortamda konuya ilgi duyan hukukçuların, bilişimcilerin, bilgi teknolojisi uzmanlarının bir araya gelmesiyle ortaya çıkan bir sivil girişimdi... Başardık mı? Bilemeyiz. Ama O yıllarda önemli etkinlikler yapan Platform, son yıllarda da web üzerinden bilgi üretimi ve paylaşımını sürdürüyor...
Programın ikinci yarısında Av. Fikret İlkiz, TCK'nın değişiminden, TCK'da düzenlenmiş olmakla birlikte iki yeni tasarı ile ek düzenlemelere tabi tutulmak istenen "bilişim suçları"na değindi.
-O sırada ben de "bilişim hukuku" kavramının sınırlayıcılığına işaret ettim. "Bilgi teknolojileri hukuku"nun yeğlenmesi gerektiğini ileri sürdüm. İlkiz de bu konunun ayrı ve önemli bir tartışma konusu olduğunu vurguladı. -
İlkiz, sonra, yasal düzenlemelerde "panik mevzuatı" diye nitelendirdiği yaklaşımı eleştirdi. Bu konuda kalan son dakikalar içinde değindiği görüşlerini onun web kütüğünde şu sayfalarda topluca ve daha ayrıntılı haliyle bulabilirsiniz.
Teknik masada Ömer Şahin vardı. Arada bize R.E.M.'den, "Aftermath"ı çaldı...